İsa'nın Zamanında Celile (Alfred Edersheim)

İsa’nın yeryüzünde yürüdüğü günlerde Celile ili nasıl bir yerdi? Hayat orada nasıldı?
Celile İle Yahudiye Arasındaki İlişki
“Eğer biri zengin olmak istiyorsa, kuzeye gitsin; eğer bilge olmak istiyorsa, güneye gelsin.” Rabbinik gururun Celile’nin maddi zenginliği ile Yahudiye’nin akademileri için iddia edilen geleneksel ilimdeki üstünlük arasında ayrım yaptığı söz buydu.
Ne yazık ki, Yahudiye’nin bu şüpheli ayrıcalığı bile kaybetmesi uzun sürmedi ve sonunda okulları kuzeye doğru dolaştı, ta ki Celile Gölü’ne ve bir zamanlar kirli olduğu söylenen Taberiye kentine kadar. Kuşkusuz, ulusların tarihi onların kararlarını kaydeder; ve Mişna olarak bilinen Yahudi geleneksel hukukunun yetkili koleksiyonunun ve onun Filistin yorumu olan sözde Yeruşalim Talmudu’nun, eski terk edilmiş mezarların yerine inşa edilmiş, başlangıçta putperest bir şehir olan yerden çıkmış olması garip bir şekilde anlamlıdır.
Ancak Yeruşalim ve Yahudiye Yahudi ilminin merkezi olduğu sürece, hiçbir aşağılama terimi, sıradan bir Rabbinin kuzeyli dindaşlarına baktığı kibirli küstahlığı ifade etmek için fazla güçlü olamazdı. Natanael’in “Nasıra’dan iyi bir şey çıkabilir mi?” (Yu. 1:46) şeklindeki küçümseyici konuşması, dönemin yaygın bir deyişine oldukça benzeyebilir; ve Ferisilerin Nikodim’e “Araştır, bak, Celile’den peygamber çıkmaz” (Yu. 7:52) azarlaması, “Sen de mi Celile’densin?” şeklindeki alaycı soruyla vurgulanır.
Filstin’in her yerinde "şehir halkı" denen Yeruşalim’de yaşayanların "köy kuzenlerine" ve diğer herkese karşı sık sık sergiledikleri sadece bilinçli bir üstünlük değildi; bazen neredeyse inanılmaz bir kabalık, incelik ve merhamet eksikliği ile, ama hep çok dindar bir kendini beğenmişlikle ifade edilen saldırgan bir küçümsemeydi.
“Tanrım, öbür insanlara benzemediğim için sana şükrederim.” (Luk. 18:11) ifadesi, Rabbinizm’in okuma yazma bilmeyenlerin ve entelektüel ya da dini açıdan aşağı görülen herkesin yanında doğal nefesi gibi görünebilir. Müjde’deki Ferisi ve halktan kişilerin öyküsü bu tek duayı değil, Tanrı’ya yaklaşımlarında bile görülen Ferisiliğin tüm tutumunu kınamak için anlatılır.
“Yasayı (yani geleneksel yasayı) bilmeyen bu halk lanetlidir”, halkın görüşünün Rabbinik değerlendirmesinin kısa bir özetiydi. Ferisiler onları sadece ortak ilişkilerden değil, tanıklık etmekten de dışlamak istiyorlardı ve hatta Yasa’nın Tekrarı 27:21 pasajını onlarla yapılan evliliklere uyguladılar. Ancak bunlar aşırı uçlar olarak kabul edilirse, neredeyse rastgele seçilen iki örnek - biri dini, diğeri gündelik yaşamdan - gerçekliklerini göstermeye yarayacaktır. Ferisi’nin duası ile aşağıdakinden daha tam bir paralellik hayal bile edilemez:
Talmud’da (Yeruşalim Talmudu Berakhoth 4:2) ünlü bir Rabbinin her gün akademiden ayrılırken şu şekilde dua etmesi gerektiğini okuruz: “Ey Tanrım ve atalarımın Tanrısı Rab, beni tiyatro ve sirke gidenlerin arasına değil, okullara ve sinagoglara gidenlerin arasına koyduğun için sana şükrediyorum. Çünkü ben de onlar da çalışıp seyrediyoruz - ben sonsuz yaşamı miras almak için, onlarsa yok olmak için.” Yine bir Rabbinik eserden alınan diğer örnek, mümkünse daha da saldırgandır:
Görünen o ki, Rabbi Jannai yolda seyahat ederken, kendisine denk olduğunu düşündüğü bir adamla tanıştı. Bir süre sonra yeni arkadaşı onu yemeğe davet etti ve önüne bolca et ve içecek koydu. Ama Rabbi’nin şüpheleri iyice artmıştı. Ev sahibini sırasıyla Kutsal Kitap metni, Mişna, alegorik yorumlar ve son olarak Talmudik ilim üzerine sorularla denemeye başladı. Ne yazık ki bu konuların hiçbirinde Rabbiyi tatmin edemedi. Yemek bitti ve o zamana kadar hiç şüphesiz sıradan bir Rabbin cahillere karşı tüm kibir ve küçümsemesini sergilemiş olan Rabbi Jannai, adet gereği ev sahibini şükran kadehini almaya ve şükranlarını sunmaya çağırdı. Ancak ev sahibi yeterince aşağılanmış bir halde, Ortadoğulu hürmeti ve Yahudi alçakgönüllülüğünün bir karışımıyla, “Bırakın Jannai kendi evinde şükretsin,” diye cevap verdi. “Her halükarda,” diye devam etti Rabbi, “bana katılabilirsin.” Ev sahibi bunu kabul edince Jannai, “Bir köpek Jannai’nin ekmeğini yedi!” dedi.
Ancak tarafsız tarih, Celileliler hakkında Rabbiler tarafından söylenenden ve hatta İsrail’deki liderler tarafından hor görüldüklerinden farklı bir yargı kaydeder. Gerçekten de bazı özellikleri bölgesel koşullardan kaynaklanıyordu.
Celile İlinin Çoğrafyası
“Daire çizmek” anlamına gelen bir fiilden türetildiği için adı “daire” olarak çevrilebilen Celile ili, dört oymağın eski topraklarını kapsıyordu: İssakar, Zevulon, Naftali ve Aşer. Bu ad Eski Antlaşma’da da geçer (bkz. Yşa. 20:7; 1Kr. 9:11; 2Kr. 15:29; 1Ta. 6:76 ve özellikle Yşa. 9:1). Mesih’in zamanında kuzeyde bir tarafta Sur’a, diğer tarafta Suriye’ye kadar uzanıyordu. Güneyde Samiriye ili ile sınırlıydı - batıda Karmel Dağı ve doğuda İskitopolis bölgesi (Dekapolis ilinde) onun sınır işaretleriydi; Şeria Nehri ve Celile Gölü ise genel doğu sınırını oluşturuyordu.
Bu şekilde bakıldığında, İsrail’in yenildiği ve Saul’un öldürüldüğü Gilboa Dağları, küçük Hermon, Tavor, Karmel Dağı ve Filistin’in o büyük savaş alanı Yizreel Vadisi (bkz. Hak. 6) gibi anılmaya layık yerleri içerir.
Talmud ve Josephus burayı Yukarı ve Aşağı Celile olarak ikiye ayırır. Rabbiler bunların arasına Orta Celile olarak Taberiye bölgesini ekler. Rabbilerin Yukarı ve Aşağı Celile’yi birbirinden ayırmak için söyledikleri söz - Yukarı Celile’nin “çınarların bittiği yerde” başladığı - bize Zakkay’ın öyküsünü hatırlatır (Luka 19:4).
Bir incir türü olan çınar, elbette bizim çınarımızla karıştırılmamalıdır ve soğuktan kolayca yok olan (Mez. 78:47) ve yalnızca Şeria Vadisi’nde ya da Aşağı Celile’de deniz kıyısına kadar yetişen çok narin bir herdem yeşil ağaçtı. Bu ağaçtan söz edilmesi, Luka 17:6’nın Kurtarıcı tarafından söylendiği yeri saptamamıza da yardımcı olabilir.
Rabbiler, Yukarı Celile’deki ilk yer olarak Safed’in kuzeybatısındaki Kefar Hananyah’tan, muhtemelen modern Kefr Anan’dan bahsederler. Safed gerçekten de “tepe üzerinde kurulmuş bir kentti”; bu nedenle Rab’bin Dağdaki Vaaz’ı (Mat. 5:14) söylerken gözünün önüne gelmiş olabilir. Talmud’da Zephath adıyla anılır ve Yeruşalim’deki Yüksek Kurul (Sanhedrin) tarafından yapılan yeni ay ilanının ve onunla birlikte her ayın başlangıcının, ateş işaretleriyle tepeden tepeye tüm ülkeye ve Şeria Nehri’nin doğusundaki çok uzaklara, bütün dünyaya dağılmış Yahudilere telgraf gibi bildirildiği işaret istasyonlarından biri olarak bahsedilir.
Yukarı Celile’nin kuzeyindeki dağlık bölge, serinletici havasıyla muhteşem bir manzara sunuyordu. Süleyman’ın Ezgisi’nin sahnesi kısmen buradadır (Ezg. 7:5). Ancak mağaraları ve sığınaklarının yanı sıra Merom suları boyunca uzanan sazlıklarla kaplı bataklık arazisi soygunculara, kanun kaçaklarına ve isyan reislerine barınak sağlıyordu. En tehlikeli karakterlerden bazıları Celile dağlık bölgelerinden geldi.
Biraz daha aşağıda durum farklıydı. Merom Gölü’nün güneyinde, sözde Yakup’un köprüsünün Ürdün Nehri’ni geçtiği yerde, doğuda Şam’ı Akdeniz kıyısındaki Batlamya kentinin pazarlarına bağlayan büyük kervan yoluna rastlarız. Rabbimizin günlerinde bu yol sürekli olarak ne kadar yoğun bir yaşam sunuyordu ve ne kadar çok zanaat ve mesleğin ortaya çıkmasına neden oluyordu! Bütün gün boyunca deve, katır ve eşek sürüleri geçti; Doğu’nun zenginlikleriyle yüklü, uzak Batı’ya giderek ya da Batı’nın lükslerini uzak Doğu’ya getirerek. Yahudiler, Yunanlılar, Romalılar, Doğu’da yaşayanlar gibi her türden gezgin burada görülürdü. Yabancılarla sürekli ilişki ve dünyanın en büyük anayollarından biri boyunca bu kadar çok yabancının yerleşmesi, Yahudiye’nin dar görüşlü bağnazlığını Celile’de neredeyse imkânsız hale getirmiş olmalıdır.
Şimdi asıl Celile’ye vardık ve daha verimli ya da daha güzel bir bölge düşünülemez. Gerçekten de Aşer’in ayağını zeytinyağına batırdığı topraklardı (Yas. 33:24). Rabbiler yağın bir nehir gibi aktığını söylerler ve Celile’de bir orman dolusu zeytin ağacı yetiştirmenin Yahudiye’de bir çocuk yetiştirmekten daha kolay olduğunu söylerler! Şarabı, yağ kadar bol olmasa da cömert ve zengindi. Özellikle Kefarnahum civarında bol miktarda mısır yetişirdi; keten de ekilirdi. Hayat pahalılığı Yahudiye’dekinden çok daha düşüktü. Yahudiye’de 1 ölçek buğday alacak para Celile’de 5 ölçek alırdı. Meyveler de mükemmel bir şekilde yetişirdi ve muhtemelen Yeruşalim sakinlerinin kıskançlıklarından dolayı, insanlar “Biz sadece Celile’den gelen meyveleri tatmak için geldik” demesin diye, kentteki bayramlarda satılmasına izin vermezlerdi (Talmud Pesachim 8b).
Josephus ülkeden son derece coşkulu ifadelerle bahseder. En az 240 kasaba ve köy sayar ve en küçüğünün 15.000’den az nüfusu olmadığından bahseder! Elbette bu büyük bir abartı olmalı, zira bu rakam ülkeyi İngiltere ya da Belçika’daki en yoğun bölgelerin iki katından daha kalabalık hale getirir. Bazıları Celile’yi ülkemizin imalat bölgelerine benzetmiştir. Bu benzetme elbette sadece yoğun yaşam için geçerlidir, ancak orada çeşitli endüstriler de sürdürülüyordu - farklı türlerde büyük çömlekler ve dokumacılık.
Celile’nin tepelerinden bakıldığında gözler ticaret gemileriyle dolu limanlara ve beyaz yelkenlilerle süslü denize takılırdı. Orada, kıyıda ve ayrıca iç kısımlarda, camın yapıldığı fırınlar tütüyordu. Büyük yol boyunca kervanlar ilerledi. Tarlada, bağda, bahçede her şey hareketliydi. Büyük yol Celile’yi boydan boya kat ediyor, Yakup’un köprüsünün Şeria Irmağı’nı geçtiği yerden giriyor, sonra Kefarnahum’a uğruyor, Nasıra’ya iniyor ve deniz kıyısına doğru ilerliyordu. Nasıra’nın sahip olduğu avantajlardan biri de buydu - dünya trafiğinin ve ticaretinin güzergâhı üzerinde olması.
Hristiyan yazarlar tarafından garip bir şekilde bilinmeyen bir başka özelliği daha vardı: Eski Rabbinik yazılara göre Nasıra kâhinlerin görev yerlerinden biriydi. Tüm kâhinler yirmi dört bölüme ayrılmıştı ve hep bunlardan biri Tapınak’ta hizmet ediyordu. Görevli kâhinler her zaman belirli kentlerde toplanır, oradan da topluca Tapınak’a giderlerdi; gidemeyenler haftayı oruç tutarak ve kardeşleri için dua ederek geçirirlerdi. Nasıra bu kâhinlik merkezlerinden biriydi; böylece sembolik bir anlamla, hem dünya trafiğini yürütenler hem de Tapınak’ta hizmet edenler oradan geçiyordu.
Nasıra’dan söz ettik ama Yeni Antlaşma’da adı geçen Celile’deki diğer yerlerle ilgili birkaç kısa bilgi de ilginç olabilir. Gölün kuzeyinde büyük bir kent olan Kefarnahum, onun yakınında tahılıyla ünlü olan ve Yeruşalim’e daha yakın olsaydı Tapınak için kullanılacak olan Korazin, ayrıca ticaretini belirten “balık evi” adıyla Beytsayda bulunuyordu. Kefarnahum, Matta’nın vergi almak için oturduğu yerdi (Mat. 9:9). Kefarnahum’un güneyinde Mecdelli Meryem’in evi olan boyahane kenti Mecdel vardı (Mar. 15:40, 16:1; Luk. 8:2; Yu. 20:1). Talmud dükkânlarından ve yün fabrikalarından bahseder, büyük zenginliğinden ama aynı zamanda sakinlerinin yozlaşmışlığından da söz eder.
İsa’dan kısa bir süre önce inşa edilmiş olan Taberiye’den Yeni Antlaşma’da sadece tesadüfen söz edilir (Yu. 6:1, 23, 21:1). O zamanlar, görkemli binaları ülkede yaygın olan daha mütevazı konutlarla tezat oluşturan görkemli ama esas olarak putperest bir şehirdi. Gölün güney ucunda büyük bir balıkçılık merkezi olan Tarichaea bulunurdu ve buradan fıçılarla korunmuş balık ihraç edilirdi (Strabon, 16:2). Büyük Roma savaşında, korkunç bir katliamla sonuçlanan bir tür deniz savaşı burada yapılmış, Romalılar tarafından merhamet gösterilmemiş, böylece göl öldürülenlerin kanıyla kırmızıya boyanmış ve kıyı cesetlerle vebalı hale getirilmiştir.
Celile’deki Kana, Mesih’in ilk mucizesini gerçekleştirdiği (Yu. 2:1-11) Natanael’in doğum yeriydi (Yu. 21:2); Tanrı’nın Krallığın yeni şarabının Yahudi olmayan dudaklar tarafından ilk kez tadıldığı (Yu. 4:46-47) orada tanık olunan ikinci mucizeyle bağlantılı olarak da önemlidir. Kana, Nasıra’nın kuzey-kuzey doğusunda yaklaşık üç saat uzaklıkta bulunuyordu. Son olarak, Nain Celile’nin en güneyindeki yerlerden biriydi ve antik Eyn-Dor’dan çok uzakta değildi.
Hristiyanlığın Doğduğu Yer
Ne kadar ilginç olursa olsun, ilk Hristiyanlar hakkında Rabbiler’in koruduğu Yahudi hatıralarının esas olarak Celile çevresinde kalması bizi pek şaşırtmaz. Böylece, Elçilerin çağında, Celile’de Chefar Sechanjalı bir Yakup’un İsa adına yaptığı mucizevi tedavilerden, Rabbilerden birinin bir keresinde bu tür bir girişime şiddetle karşı çıkmasından ve hastanın tartışma sırasında ölmesinden, bilgili Hıristiyanlarla yapılan tartışmalardan ve İbrani Hristiyanlarla temasın diğer göstergelerinden söz eden kayıtlar bulabiliriz. Bazıları daha da ileri giderek, Celileli bir öğretmenin Babil’de Merkabah bilimini - yani Hezekiel’in ilahi araba vizyonuyla bağlantılı, Logos, Üçlü Birlik vb. Hristiyan öğretilerine çok yakın unsurlar içeren mistik doktrinleri - öğrettiği gerçeğinde bu tür görüşlerin genel yayılımının izlerini buldular.
Üçüncü yüzyılda yaşamış Celileli bir öğretmenin “üç” rakamına bu şekilde anlam yüklemesinde de Üçlü Birlik görüşleriden şüphelenilebilir: “Üç yasayı (Tevrat, Peygamberler ve Hagiographa) üç sınıftan (Rahipler, Levililer ve ruhban olmayanlar) oluşan bir halka, üçünün (Meryem, Harun ve Musa) en küçüğü olan kişi aracılığıyla, ayrılışlarının üçüncü gününde (Çık. 19:16) ve üçüncü ayda veren Tanrı’ya sükürler olsun.” Celileli bir Rabbi’nin dirilişe atıfta bulunan bir başka sözü daha vardır ki, o kadar belli olmasa da, Hristiyanlıkla ilgili bir uygulama taşıyabilir. Son olarak Midraş, “Günahkâr onun tarafından tusak alınacak” (Vaiz 7:26) ifadesini ya yukarıda adı geçen Hristiyan Rabbi Yakup’a ya da genel olarak Hristiyanlara, ya da Kefarnahum’a bile, Hristiyanlığın orada yayıldığına dair kanıtlarla uygular. Bu çok ilginç konuyu burada daha fazla takip edemeyiz, ancak Yahudi Hristiyanların havranın halka açık ibadetini yönetirken görüşlerini yaymaya çalıştıklarına ve hatta Nikolas Yanlılar’ın ahlaksız sapkın mezhebiyle (Va. 2:15) temasa geçtiklerine dair işaretler bulduğumuzu söyleyebiliriz.
Celile Halkı
Gerçekten de, Celileliler hakkında bildiklerimiz, Müjde’nin onların birçoğu arasında en azından hazır bir şekilde işitilmiş olmasını beklememiz için bizi oldukça hazırlamalı. Bunun nedeni yalnızca Celile’nin Rabbimiz’in hizmet ve öğretisinin büyük sahnesi ve ilk öğrencileri ile elçilerinin yurtu olması değildi. Ya da yabancılarla sık sık karşılaşmaları dar önyargıları ortadan kaldırırken, Rabbilerin hor görülmesinin en katı Ferisiliğe olan bağlılığı gevşetmesi nedeniyle değildi. Ama Josephus ve hatta Rabbiler tarafından bize anlatılan halkın özelliklerine bakılırsa, sıcak kalpli, atılgan, cömert bir ırk oldukları görülür - en iyi anlamda ulusal, aktif, kendini boş spekülasyonlara ya da zayıf mantıksal-teolojik ayrımlara veren değil, ama vicdanlı ve ciddi.
Rabbiler Celile ve Yahudiye arasındaki bazı teolojik farklılıkları detaylandırırlar. Burada bunlardan bahsetmeksizin, daha ciddi bir pratik dindarlık ve yaşam katılığı gösterdiklerini ve yasayı sık sık geçersiz kılan o Ferisi ayrımlarına daha az bağlı olduklarını söylemekte tereddüt etmiyoruz. Öte yandan Talmud, Celilelileri gelenekselliği ihmal etmekle; bir öğretmenden, sonra bir başkasından öğrenmekle (belki de sabit akademileri değil, sadece gezgin Rabbileri olduğu için) ve bu nedenle Rabbinik ayrımların ve açıklamaların doruklarına yükselememekle suçlar.
Sıcak kanlarının onları oldukça kavgacı yaptığını ve Roma’ya karşı sürekli bir isyan halinde yaşadıklarını sadece Josephus’tan değil, Yeni Antlaşma’dan bile öğreniyoruz (Luk. 13:2; Elç. 5:37). İbranice’nin kendilerine özgü lehçesi, daha doğrusu gırtlaktan gelen harfleri düzgün telaffuz edememeleri, sürekli bir nükte ve sitem konusu oluşturuyordu; öyle ki, Başkâhin’in sarayındaki hizmetkârlar bile Petrus’a dönüp, “Sen de onlardansın, çünkü konuşman seni aldatıyor” diyebiliyorlardı (Mat. 26:73) - bu arada, Mesih’in zamanında Filistin’de yaygın olarak kullanılan dilin Yunanca değil, Aramice olduğu gerçeğini gösteren bir laf. Josephus Celilelileri çalışkan, mert ve cesur olarak tanımlar; Talmud bile (Jeruşalim Talmudu Kiddushin 4:14) onların paradan çok onura önem verdiklerini kabul eder.
Ancak Celile’de zihnin sürekli olarak dönüp dolaşıp geldiği bölge, gölün kıyılarının çevresidir. Güzelliği, muhteşem yeşilliği, neredeyse tropik ürünleri, zenginliği ve kalabalıklığı sık sık anlatılmıştır. Rabbiler Celile’nin adını ya bir arptan türetirler - çünkü kıyılarının meyveleri bir arpın sesi gibi tatlıydı - ya da etrafındaki güzel köşkler ve bahçelerden dolayı “prenslerin bahçeleri” anlamına geldiğini açıklarlar.
Ama biz esas olarak ne o bereketli tarlaları ve meyve bahçelerini, ne tepelerin arasına sıkışmış gölün masmavisini, ne kalabalık kentleri, ne de sularına serpilmiş beyaz yelkenlileri düşünüyoruz - biz ayakları kıyılarına basan O’nu düşünüyoruz. Orada biz günahkârlar için öğreten, çalışan ve dua eden; sularında yürüyen ve fırtınalarını dindiren ve dirilişinden sonra bile orada öğrencileriyle tatlı sohbetler eden O’nu düşünüyoruz. Dahası, tam orada O’nun yeryüzünde söylediği son sözler, bugünlerde çevremizde dünyadaki rahatsız edici şeylere baktığımızda, bize özel bir önem ve uygulamayla geliyor: “Sana ne bundan? Sen ardımdan gel!” (Yu. 21:22).
Bu makale Alfred Edersheim’in “Sketches of Jewish Social Life in the Days of Christ” adlı kitabının 3. bölümünden Türkçeye çevrilmiş bir alıntıdır.
Yorumlar