Tanrı'yla Hayal Kırıklığı

Hayal kırıklığına uğradığımızda Rab nerede? Gizlenmiş midir? Sessiz midir? Adaletsiz midir?

Hayal Kırıklığı Sorunu

Eminim ki hiçbiriniz hiçbir zaman hayal kırıklığı ya da acı dolu bir deneyim yaşamamışsınızdır. Tabii, tabii…

Ya da belki de paylaşabileceğinizden fazlasını yaşadığınızı düşünüyorsunuzdur. Belki başlı başına büyük bir hayal kırıklığı değil, küçük hayal kırıklıklarının oluşturduğu bir bütündür sizinki. Ne türden bir deneyim yaşamış olursanız olun, küçük ya da büyük bütün hayal kırıklıkları bir şekilde acı vericidir. Bazen kendinizi büyük bir patlama yüzünden ölüyor gibi hissedersiniz, bazen de ölüm binlerce küçük kâğıt kesiğiyle gelmiş gibidir. Böyle durumlar bizi genellikle cevaplardan çok sorularla baş başa bırakır. Bu sorular kimi zaman kişiler, kimi zamansa Tanrı’yla ilgilidir. Durum ne olursa olsun, hayal kırıklığı ve acıdan hiç kimse kaçamaz. Bu, bozulmuş bir dünyada yaşamanın yan etkisidir.

Hayal kırıklığınızla ne yapacağınızı ya da nasıl başa çıkacağınızı bilmediğinizde acının üstünü kapatmak çok yaygın bir yönelimdir. Acı bizi içten içe kemirip öldürmeye başlayana kadar onu ötelemeye devam ederiz. En azından benim deneyimim bu şekilde oldu. Evlenmek ve çocuk sahibi olmak gibi son derece normal, gerçekçi ve sıradan hayallerimin gerçekleşmemesi gibi büyük hüsranlara uğradığım da oldu; dostlarımın arkadaşlığımızı sürdürülmeye değer bulmayıp çekip gitmesi gibi önemli ve acı verici deneyimlerim de. Beklentilerimin boşa çıktığı zamanlar da oldu. Bulunduğum yeni ortamlarda Tanrı’yı takip etmeyi seçtiğim için kimsenin beni anlamadığı ve kayıplar yaşadığım zamanlar da...

Hayal kırıklığının ne kadar büyük ya da küçük olduğuna bakmayın. Sizin yaptıklarınızdan mı yoksa başkalarının size yapıp ettiklerinden mi kaynaklandığına da bakmayın. Eğer bu hayal kırıklığı sürecini tamamlayamazsanız, yaşanacak her bir hayal kırıklığında hisleriniz katlanarak çoğalacaktır. Bu da sizi sağlıksız ve keder dolu bir noktaya taşıyacak ve bir noktadan sonra yaralarınız iyileşmeyecek hale gelecektir. Şifa bulmadığı takdirde acı, bedeninize, kemiklerinize ve bütün varlığınıza damla damla yayılan bir zehre dönüşecektir.

Her bir hayal kırıklığı ve acı verici deneyimin, iyileşme sürecinden geçirilmesi bir zorunluluktur. Acıya sebebiyet veren her ne olursa olsun, ona kendini göstermesi için alan tanımalı ve iyileşmesine izin verilmelidir. Gelin, neden kendimizi sık sık hayal kırıklığına uğramış hissettiğimizi ve bu durumlarda ne yapmamız gerektiğini konuşalım.

Yarışı Tamamlamak

Birkaç yıl önce birkaç kişiyle birlikte bir liderlik eğitimi alıyordum. Eğitim, liderlikle ilgili çeşitli konuları kapsıyordu. Bunun yanında bir misafir konuşmacı aracılığıyla liderlerin bu yarışı nasıl iyi bir şekilde tamamlayabilecekleri üzerinde de duruluyordu. Konuşmacı farklı liderlik türlerinden ve liderleri iyi sonuçlara ulaşmaktan alıkoyan bazı engellerden söz etti. Liderler yarışı başarılı bir şekilde tamamlamak için neler yapabilirdi?

Verilen bilgilerin çoğu Robert Clinton’ın araştırmalarına ve bu konudaki yazılarına dayanıyordu. Beni derinden sarsan konuların en önde geleni ise, ruhsal liderlerin yalnızca %30’unun yarışı tamamlamayı başarabilmiş olmasıydı. Clinton bu yarışı iyi bitirmenin, yaşamın sonuna dek Tanrı’yla yürümek ve O’nun amaçlarına büyük bir farkındalıkla hizmet edebilmek anlamına geldiğini söyler.

Clinton yarışı iyi tamamlamayı engelleyebilecek sekiz engelden ve liderlerin engelleri aşmasını sağlayacak altı pekiştireçtenPekiştireç, genel anlamıyla bir davranışın tekrarını sağlamak, bir davranışı kuvvetlendirmek amacıyla organizmaya verilen uyarıcıdır. Olumlu ve olumsuz olmak üzere iki gruba ayrılan pekiştireçler, özellikle çocuk eğitiminde çeşitli şekillerde kullanılmaktadır. söz eder.

Yarışı Tamamlamak İçin Aşılacak 8 Engel

  1. Maddi Durum - Maddiyatın doğru ve yanlış kullanımı
  2. Güç - Gücün kötüye kullanımı
  3. Gurur - Kişiyi düşüşlere sürükler
  4. Cinsellik - Yozlaşmış, Yasa’ya aykırı ilişkiler
  5. Aile - Kritik ailevi meseleler
  6. Plato – Yüksek bir yere kadar gelmek ama sonra ilerleyememek, büyüyememek, durmak
  7. Duygusal ve Psikolojik Yaralar - Acı ve hayal kırıklığı süreçlerini düzenli olarak yaşamama
  8. Aşırı Yoğunluk - Yaşamda olup bitenden kaçmak için kendini meşgul tutma

6 Pekiştireç

  1. Perspektif - Bu liderlerin, kim oldukları ve nereye gittikleri konusunda farkındalıkları vardır
  2. Yenilenme - Tanrı’yla, O’nun sizin hizmetinizi ve kim olduğunuzu onayladığı samimi zamanlar geçirmek
  3. Ruhsal Disiplinler - Tanrı’yla iletişimimizi sürdürmeyi sağlayan ipuçları
  4. Öğrenme Duruşu - Her zaman öğrenmeyi ve büyümeyi isteme
  5. Süreçler - Duygular ve karşılaştıkları durumlar hakkında düzenli olarak süreçlerden geçme
  6. Mentörlük - İnsanlar ya da kitaplar aracılığıyla sürekli olarak yeni şeyler öğrenme ve öğrendiklerini başkalarına aktarma yönlendirilme. Bu durum onlar birilerine bir şeyler öğretirken de yaşanabilir

Tanrı’da büyümekte güçlük çekmeye başlayan liderlere baktığımızda bu engellerden birinde takıldıklarını fark edersiniz. Liderlik grubunuzla masaya oturup bunlardan hangisinin bir sorun olabileceğini ya da hali hazırda sorun olduğunu konuştuğumuzda, kendimi bıraksam duygusal ve psikolojik yaraların beni yarışı tamamlamaktan alıkoyacağını anladım. Yüreğimdeki çeşitli yaraları iyileştirmek için oldukça fazla zaman harcadım, ama hâlâ küçük hayal kırıklıklarıyla nasıl başa çıkacağımı bilmiyordum. Uzun bir süre böyle hayal kırıklıklarıyla yaşamak bana çaresizlik hissi veriyordu. Bazen Tanrı, sıklıkla başkaları, hatta kimi zaman kendi tarafından hayal kırıklığına uğratılmıştım.

Hayal Kırıklıklarının İçinden Tanrı'yla Geçmek

Acılarım ve hayal kırıklıklarımla nasıl bir süreçten geçerek başa çıkacağımı öğrenmemiş olsaydım, süreci iyi bir şekilde tamamlamam asla mümkün olmazdı. Böylelikle hayal kırıklıklarımla, onlar dağ gibi büyüyüp boyumu aşmadan nasıl başa çıkacağımı öğrenme yolculuğuna başladım. Bu, mentörümün beni Philip Yancey’nin “Disappointment with God” (“Tanrı’yla Hayal Kırıklığı”) adlı kitabıyla tanıştırmasıyla başladı. Eğer hayal kırıklıklarıyla boğuşuyorsanız, bu kitap tam size göre. Yani, en azından bana inanılmaz derecede yardımcı oldu. Bu kitapta Yancey, bir kenara bırakıldıklarında hayal kırıklıklarının bizi nasıl da şüphelere sürüklediğini anlatıyor. Bizi ihanete uğramışlık ve öfke duygularına sürükleyen ve eninde sonunda Tanrı’nın güvenirliliğini sorgulamamıza yol açan şüpheler... Eğer O’nun güvenilirliğinden şüphe duyuyorsanız, Tanrı’yla bolluk içinde bir yaşam sürmeniz mümkün olamaz. Bu son derece çelişkili bir durum. Hayal kırıklıkları, her anlamda sağlıklı olmamız için ilgilenilmeyi, işlenmeyi ve iyileşmeyi talep eder.

Yancey, hayal kırıklıkları üzerine çalışırken tüm hayal kırıklıklarının izinin, üç soru bağlamında sürülebileceği fikrine ulaşmıştır. Bu sorular şunlardır: Tanrı adaletsiz midir? Tanrı sessiz midir? Tanrı gizlenmiş midir? Yazar, kendini Tanrı tarafından ihanete uğramış hisseden pek çok kişiyle tanışmıştı. Bu kişiler hayal kırıklığı ve şüphenin nasıl bir his olduğunu bile hatırlayamayacak kadar kendilerinden uzaklaşmışlardı. Size bu soruların her birinin kısa bir özetini vereceğim, ancak Yancey’in tam olarak ne anlatmaya çalıştığını anlayabilmeniz için bu kitabı okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.

Tanrı Adaletsiz Midir?

Yancey, bu sorunun cevabını Douglas adında bir adamla gerçekleştirdiği sohbet aracılığıyla veriyor. Douglas’ın eşi kanserle uzun bir süre mücadele ediyor. Sonrasında sarhoş bir sürücü Douglas’a çarpıyor ve onun pek çok zorluk yaşamasına sebep olan bir beyin travması geçirmesine sebep oluyor. Yancey, ona hayal kırıklığıyla ilgili bir soru sorduğunda Douglas’ın yanıtı şu oluyor:

Bu dünyadaki fiziksel gerçekliğin ötesini, ruhsal gerçekliği görmeyi öğrendim. Tanrı adil olduğu için yaşamın da adil olması gerektiğini düşünmeye eğilimliyiz, ama Tanrı fiziksel yaşamımızdan ötedir. Tanrı’yı yaşamın fiziksel gerçekliğiyle karıştırırsam, örneğin sağlığımın sürekli iyi olmasını beklersem, kendimi bir hayal kırıklığına toslamış bulurum. Tanrı’nın varlığı, hatta bana olan sevgisi, benim sağlığıma bağlı değildir. Açıkçası yaralandığım süreçte Tanrı’yla ilişkim üzerinde daha fazla düşünme imkânı buldum.
Yancey, Philip: Disappointment with God. Zondervan 1997, s. 204

“Tanrı adil olduğu için yaşamın da adil olması gerektiğini düşünmeye eğilimliyiz, ama Tanrı fiziksel yaşamımızdan ötedir.” Vay be! Ne güzel bir ifade! Tanrı’yı, yaşamımızın fiziksel gerçekliğiyle karıştırırsak (sağlık, iş, vs.) kendimizi hayal kırıklığının eşiğine sürüklemiş oluruz. Yancey’in çok iyi bir şekilde özetlediği gibi, “Çarmıh hayatın adil olacağı fikrini yerle bir eder.”

Tanrı Sessiz Midir?

Kitabı okurken bana en şaşırtıcı gelen şey, sorulara verilen yanıtların hiç de beklediğimiz gibi hayat kurtarıcı nitelikte olmamasıydı. Tanrı İsrailliler’e Musa, İbrahim ve Yeşu gibi önderler aracılığıyla konuşmuştu, ama halk yine de Tanrı’nın yapmakta olduğu işi bırakıvermişti. Hatta O’nun sözlerine güvenmemişlerdi bile. Buna rağmen İsa Mesih’in, çarmıhtaki ölümüyle bizi acılarımız içinde terk etmediğini göstermesi son derece önemlidir. Bu, Tanrı’nın kesin şekilde bizim tarafımızda olduğunun göstergesidir. O bize kendisini seçme hakkı verir. Eğer bize şüphe etmek için bir alan tanımamış olsaydı, iman etmemiz için de bir alan tanımamış olurdu.

Tanrı Saklanmış Mıdır?

Bazen hepimiz böyle hissediyoruz, değil mi? Bu durumu pek çok kez, özellikle de Tanrı’nın beni, bana daha fazlasını vermek istediği yerlere çağırdığı zamanlarda tecrübe ettim. Bu, biraz esneklik gerektiren bir hazırlık sürecidir. Bu noktada, O’nu görmezden gelmeyi ya da O’na sahip olduğumuz her şeyi vermeyi seçebiliriz. Gözlerimizin Eyüp’ünkiler gibi, acılar yaşandıktan sonra değil, acının tam da ortasındayken açılması bir lütuftur. Bizim O’nun ne yaptığını göremiyor olmamız, O’nun hiçbir şey yapmadığı anlamına gelmez. Yancey bu soruya oldukça zor bir soruyla karşılık verir: “Eğer görünen dünyayı bile anlayamıyorsanız, görünmeyeni algılamayı nasıl bekleyebilirsiniz ki?”

İçinden geçmekte olduğumuz hayal kırıklıklarının farkına varabiliriz, ama sadece bununla yetinmeyip bu duyguları ve deneyimleri iyileşme sürecinden de geçirmemiz gerekir. Öylece orada kalmalarına izin veremeyiz. Bütün bir bölüm boyunca bu sürece odaklandığımız için burada bu konuya daha fazla yer ayırmak istemiyorum, ama sizlere benim için hayal kırıklıklarını bu tür bir işlemden geçirmenin neye benzediğini göstermek için bir örnek vermek istiyorum.

Kitabın bu bölümünü yazdığımda haziran ayının ortalarıydı. Konut değerleme uzmanı olmak için aldığım bir eğitimi tamamlamam gerekiyordu ve bunun için bütün gün durmadan çalışmıştım. Çalışmayı bırakıp en iyi dostum olan İsa Mesih’le biraz zaman geçirmek istedim. Verandanın arkasındaki bir banka oturdum ve İsa Mesih’e benim tarafımdan aslında konuşacak pek de bir şey olmadığını söyledim. O’na konuşmak istediği herhangi bir şey olup olmadığını sordum.

“Sadece böyle otursak?” dedi. Birkaç dakikalığına öyle yaptık. Sonra birden aklıma O’nunla konuşmak istediğim bir şey geldi. Şu anda eminim ki bana sadece oturmak istediğini söylerken böyle olacağını zaten biliyordu. O an yaşadığım süreç kendimi tanımaktı. Nelerden hoşlanıyorum? Ne hissediyorum? Ne düşünüyorum? Genellikle bunları tam olarak bilmezdim ve iç dünyamda ne olup bittiğini hissetmek için ciddi anlamda odaklanmam gerekirdi. Tabii yıllarca üzerine çalıştıktan sonra şimdi artık her şey daha kolay geliyor.

Sonra bir dakikalığına zihnimdeki düşünce hakkında konuştuk. Sohbet böylece sürüp giderken kendimi birden yaşamımın neden bu denli zor ve acı dolu olduğu konusundaki hayal kırıklığımı dile getirirken buldum. Neden bu kadar zor olmak zorundaydı ki? Bazen başkalarının yaşamları gayet de kolay gibi görünüyordu.

“Bir şeyleri kaçırdığın oldu mu hiç? Yaşamın kayıp mıydı? Bir şeylerden hiçbir şey öğrenmeden ya da güçlenmeden kaçıp gittiğin oldu mu hiç?” diye sordu.

“Hayır” diye cevapladım homurdanarak.

“Dövüşüp durduğun tüm o ‘ayılar’ ve ‘aslanlar’, sen kendi Golyat’ınla savaşmak zorunda kaldığında, sende umut ve iman olarak kalabilsinler diye karşına çıktılar” diye açıkladı.

Burada biraz duralım. Eğer İncil’i iyi bilmiyorsanız, size şunu söyleyeyim; burada Davut ve Golyat’a bir gönderme var (1.Samuel 17). Davut bir çocuktu ve çobanlık yapıyordu. Koyunlarını güdüyordu. Bu bazen bir ayı ya da aslanı kovalamak anlamına geliyordu. Her seferinde Tanrı onu korudu ve Davut mücadeleyi kazandı. Bir gün İsrailliler (Davut’un halkı) Filistlilerle savaşıyordu. Filist ordusu, baş savaşçısı bir dev olan kötü niyetli bir orduydu. Golyat adındaki bu devle kimse savaşmak istemiyordu. Davut savaş alanına ulaştığında duruma kayıtsız kalamadı. Kral Saul ona zırhını vermeye çalıştı, ama zırh Davut'a büyük geldi. Ayrıca Davut’un savaş anlayışında zırh kuşanmak yoktu. Davut bunun yerine sapanını ve kullanmak için birkaç taş aldı. Öne atıldı ve devi sapanından çıkan tek bir taşla yere yıktı. Sonrasında Golyat’ın kafasını, onun kendi kılıcıyla kesti. Kılıç gerçekten büyük olmalı.

Hikâyede Saul, Davut’a devle savaşamayacağını söylediğinde Davut’un yanıtı şuydu: “Kulun babasının sürüsünü güder... Bir aslan ya da ayı gelip sürüden bir kuzu kaçırınca, peşinden gidip ona saldırır, kuzuyu ağzından kurtarırım. Eğer aslan ya da ayı üzerime gelirse, boğazından tuttuğum gibi vurur öldürürüm. Kulun, aslan da ayı da öldürmüştür. Bu sünnetsiz Filistli de onlar gibi olacak. Çünkü yaşayan Tanrı’nın ordusuna meydan okudu” (1.Samuel 17:34-36). Bunu bir çoban, bir krala söylüyor. Ne cesur bir cevap, değil mi?

Tamam, şimdi konumuza geri dönelim. Tanrı’nın bana birkaç şeyi hatırlatmak istediği açıktı. Ben ne kadar çok savaşa girmiş ve kendimi ne kadar zor durumda hissetmiş olursam olayım, O her zaman benimle birlikteydi. Hayatta çaresiz kaldığımı ve öleceğimi düşündüğüm pek çok dönem oldu. Kulağa aşırı dramatik geliyor olabilir, ama duygusal acı bazen gerçekten de dramatik olabilir.

Tanrı’nın bana “Golyat’la” karşılaşma anına beni nasıl hazırladığını gösterdiği o an, geçmişteki savaşlarım konusunda yepyeni bir bakış açısı kazanarak aydınlandım. Bu ciddi anlamda zor mücadelelerin bazılarını gerçekten de Tanrı karşıma çıkarmıştı. Tanrı cidden bana savaş meydanları hazırlamıştı. Bunlar Tanrı’nın beni içine çekmek için zaman harcadığı durumlardı. Böylece beni hazırlayabilecekti. Bunlar hep aynı savaşlardı. Bir an önce içinden çıkmak için yalvardığım antrenman sahaları gibiydiler. Ettiğim duaların cevaplarını almamı sağlayacak antrenman sahaları...

Bu örnek, O’nun her zaman benimle olduğunu ve beni ayakta tuttuğunu hatırlatan bir örnektir. Her mücadeleden güçlenerek çıktım. O’na biraz daha fazla güvendim. Cesaretim biraz daha arttı. İmanım biraz daha pekişti. Her seferinde bir adım daha öteye gidebilecek hale geldim. Dayanıklılığım biraz daha arttı. Açıkçası, bu “Golyat” anının ne zaman geleceğini veya neler getireceğini bilmiyorum. Tek bildiğim, o zamana dek buna hazır hale geleceğim. Çünkü O beni hazırlamak için yıllar harcadı ve ben O’na “evet” demeye devam ettim.

Beklenti Değil Bekleyiş

Tanrı’yla hayal kırıklıklarımı aklımdan geçirdiğimde, hepsi olmasa da büyük çoğunluğunun O’ndan uzun bir liste dolusu beklentimin olmasından kaynaklandığını anladım: adaletiyle, O’nu duymakla ya da varlığını hissetmekle ilgili beklentiler...

Başlıkta değindiğim iki kavramın tanımları benim için şu şekilde:

Beklenti - Belirli bir şeyin gerçekleşiyor ya da gerçekleşecek olduğuna dair inanç

Bekleyiş - Bir şeylerin gerçekleşeceğine dair fikir ve umut sahibi olma hali

Aradaki en büyük fark, kazanımın odağıdır. Biz beklenti içindeyken, aklımızda doğru olduğunu düşündüğümüz, başka her şeyi yanlış kılan, tamamıyla belirlenmiş bir kazanım vardır. Bekleyiş içindeyken ise, bir şeylerin gerçekleşeceğine dair güven duyarız, ancak bu belirlenmiş bir kazanım değildir. Yancey’in sorularına geri dönecek olursak, hayal kırıklıklarının oyuna nasıl dâhil olduğunu anlamak mümkün olacaktır. Biz Tanrı’dan net cevaplar duymayı, O’nu aklımızda tasarladığımız şekilde görmeyi ya da O’nun bizim adalet anlayışımıza uyacak şekilde davranmasını bekleriz.

Beklentilerin ciddi ölçüde tehlikeli olmalarının sebebi, Tanrı’nın bu fiziksel dünyaya ait olmamasıdır. O bizim düşündüğümüzden farklı biçimde düşünür. Olup bitenleri bizden çok farklı şekilde temellendirir. O, zamanın dışındadır. Biz kimiz ki, O’nun bizim olması gerektiğini düşündüğümüz şekilde hareket etmesini bekleyelim?

Gerçek şu ki muhtemelen biz asla O’nun yollarını tam olarak anlayamayız. Peki ama güven duymak için anlamak zorunda mıyız? Öyle olduğunu sanmıyorum.

Derinden güvendiğim insanları da anlayamadığım oluyor, hem de sıklıkla. Aslında güvenin anahtarı ilişki kurmaktan başka bir şey değildir. Bekleyiş boyutuna, asla bodoslama geçemeyiz. Öncesindeki sohbetler, süreçler ya da pek çok şeyi irdeleme çabası aslında dostluk için uygun bir zemin oluşturmaya çalışmaktan kaynaklanır. Eğer Tanrı’yla ilişkiniz henüz saf ve yakın değilse, sizlere daha önce tavsiye ettiğim çalışmaları yapıp o noktaya ulaşmanızı öneriyorum. Hiçbir ilişki gayret göstermeden kurulamaz. Hayal kırıklıkları üzerinde çalışırken aslında bahçenizdeki zararlı tohumları ayıklarsınız. Böylece çiçekleriniz filizlenebilir. O’nun doğasını tam olarak bilmiyorsanız bekleyiş boyutuna gerçek anlamda geçemezsiniz. Bir başka deyişle, O’nunla dostluğunuzu pekiştirdikçe güven dolu bekleyiş hali kendiliğinden gelişecektir.

Tanrı’ya tam olarak güvenip sırtınızı O’na dayadığınızda içiniz umutla dolar ve kendi istediklerinizin gerçekleşmesini beklemektense O’nun ne yapacağını görmek için heyecan duyarsınız. Yaşamımın büyük bir kısmında, atacağım bir sonraki adımın ne olduğunu bildiğim sürece işlerin yolunda gideceğini düşündüm. Karşıma ne çıkacağını bildiğim sürece her şeyle başa çıkabilirdim. Brennan Manning’in “Ruthless Trust” (“Amansız Güven”) adlı kitabını okuduğumu hatırlıyorum. Beni derinden sarsmıştı. Şöyle diyordu:

“Genellikle güvenin akıl karışıklığını dağıttığını, karanlığı aydınlattığını, belirsizlikleri temizlediğini ve günü kurtardığını düşünürüz. Hâlbuki İbraniler 11. bölümdeki kalabalığın tanıklığı bize durumun hiç de öyle olmadığını gösterir. Bizim güvenimiz dünyadaki her soruya netlik kazandırmaz, her karmaşayı dindirmez, her acıyı hafifletmez ya da bizlere bir dayanak sağlamaz. Her şey bu denli belirsiz olduğunda güvenin kalbi, İsa’nın şu sözleriyle atar: “Baba ruhumu ellerine bırakıyorum” (Luka 23:46).
Manning, Brennan: Ruthless Trust. HarperOne 2002

Hayat bize ne getirirse getirsin, O’nun kendini göstereceğine dair bekleyişimiz asla sarsılmaz. Sadece O’nun bizi yönlendirmesini bekler ve, “Baba ruhumu ellerine bırakıyorum” deriz. Bunu büyük bir güvenle yapabilmemizin sebebi, O’nun kimliği, yaptığı her şeyin biz henüz tam olarak anlayamasak da bizim iyiliğimiz için olmasıdır. O, bize O’nu tam olarak anlayabileceğimize dair bir söz vermedi. Bize karakterini anlattı ve bizi O’nunla olmaya davet etti. Bize O’nun, halkıyla iletişime geçtiği zamanlardaki sadakat öykülerini anlatan İncil’i verdi.

Yeşu 21:45’te yazdığı gibi; “RAB’bin İsrail halkına verdiği sözlerden hiçbiri boş çıkmadı; hepsi yerine geldi.” Tanrı en küçük sözünü dahi tutar. Bununla kalmayıp kendi Oğlu’nu ve Kutsal Ruh’u bize göndererek sadık olduğunun güvencesini bize bir kez daha verir. O bizden iyi olan hiçbir şeyi esirgemez. Bunları okuduktan sonra içinde bulunduğunuz durumları düşünüp, “Hiç de öyle değil, falanca durumun nesi iyi ki?” diye düşünebilirsiniz. Ben O’nun sizin yaşamınızda ne gibi iyilikler yaptığını bilemem, ama bildiğim bir şey var; ne olursa olsun O sizin için iyi bir şeyler yapıyor! Çünkü O’nun karakteri bu. O’nun iyiliğini göremiyorsanız, O’na sorun. Sizin göremiyor olmanız, O’nun iyiliğiniz için çalıştığı gerçeğini değiştirmez.

Gelin Kutsal Kitap’ta en sevdiğim öykülerden birine, İbrahim’in öyküsüne birlikte bakalım. İşte bir hayal kırıklığı! İbrahim sahip olduğu her şeyi Tanrı için bıraktı. Nereye gideceği ya da ne yapacağı konusunda hiçbir fikri yoktu. Sonra Tanrı ona bir oğul vaat etti. Soyu gökteki yıldızlardan ve kıyıdaki kumlardan bile çok olacaktı.

Oysa İbrahim’in eşi çok yaşlıydı. İbrahim yirmi beş yıl boyunca bu vaadin gerçekleşmesini bekledi. Tamı tamına yirmi beş yıl! Konu umuttan açıldığında Tanrı bana hep bu hikâyeyi hatırlatır ve bu hikâye aracılığıyla konuşur. Her seferinde kendisi hakkında yeni bir gerçeği bana bu hikâye aracılığıyla açıklar. İbrahim tüm bu süre boyunca Tanrı’yla yürümeyi başarmıştı. Çünkü o, Tanrı’nın dostuydu. (Yakup 2:23)

Yancey, hayal kırıklıklarını anlamak hakkındaki çalışmasını yürütürken bir noktada kitabı yazmayı bırakıp şu sonuca ulaştı:

Kutsal Kitap’ı okurken, Tanrı’nın, insanların O’nu etkilemesine ne kadar müsaade ettiğine şaşıp kaldım. Tanrı’nın evren için duyduğu sevinç ya da keder, kısacası tutkuyla karşılaşmak için hazırlıksızdım. Tanrı hakkında inceleme ve araştırma yapıp O’nu alfabetik sıraya sokulabilecek bir kelimeler ve kavramlar yığınına indirgeyerek Tanrı’nın, her şeyin ötesinde aradığı o tutku dolu ilişkiyi kurma gücünü yitirdim. İbrahim, Musa, Davut ve Yeremya gibi Tanrı’yla en çok ilişkisi olan kişiler O’na hep şaşırtıcı bir yakınlıkla yaklaştılar.

O’nunla hemen yanı başlarındaki sandalyede oturan bir danışman, patron, ebeveyn ya da bir dostla konuşur gibi konuştular. O’na bir insanmış gibi davrandılar. Colorado’ya yaptığım bu gezi Tanrı’yla hayal kırıklığı konusundaki üç soruma yeni bir aydınlanma sağladı. Bunlar matematik, bilgisayar programcılığı, hatta felsefe alanlarında karşınıza çıkan ve çözülmeyi bekleyen yapbozlar değiller. Bunlar daha çok ‘insanlar’ ve ‘cidden onlar tarafından sevilmek ve onları sevmek isteyen Tanrı’ arasındaki ilişki sorunları.

Yancey, Philip: Disappointment with God. Zondervan 1997

Söz ettiğimiz şey tam da bu değil mi? Bu O’nun hakkında bir sürü şey bilmekle değil, O’nunla dostluk kurmak ve yakınlaşmakla ilgilidir. Hayal kırıklıkları üzerinde çalışabileceğimiz tek yer, O’nunla dostluk kurduğumuz o zemindir.

İnsanlar Hakkında Bekleri Ve Hayal Kırıklığı

Hadi vitesi değiştirelim. Tabii ki insanlar hakkında deneyimlediğimiz ve başa çıkmaya çalıştığımız hayal kırıklıkları, Tanrı’yla yaşadıklarımızdan çok farklı. Çünkü O Tanrı, biz de insanız! Hadi biraz da insanların bize yaşattığı hayal kırıklıklarına bakalım.

Çok mantıklı ve olağan olduğunu düşündüğüm beklentilerimin her zaman pek de öyle olmadığını zor yollardan öğrendim. İletişim her zaman en önemli anahtar, ama mesele insanlardan beklentilerimize geldiğinde bu daha da büyük önem kazanıyor. Şimdi söyleyeceklerime katılmayabilirsiniz, ama şöyle bir şey var: Eğer birinin asla gerçekten sevmeyeceği ya da çocuklarına iyi bakmayacağı veya yalan söylemeyeceği varsayılırsa, bunların gerçekten böyle mi yoksa farklı bir şekilde mi olacağını nereden anlayabiliriz?

Gerçekten aksinin mümkün olmayacağını nasıl bilebiliriz? Belki size şaşırtıcı gelebilir ama değerlerin tepetaklak olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Her nesil bir önceki nesli izleyerek öğreniyor. Ebeveynleri tarafından suiistimale uğrayan bir çocuğun her şeyin farklı olduğunu gösterebilecek başka bir rol modeli nasıl olabilir ki? Bir çocuk annesinin her zora düştüğünde yalan söylediğini görürse, büyük olasılıkla bu tür durumlarda bu şekilde davranmaktan başka yol olmadığını düşünecektir. Belki bunun yanlış olduğunu sezecek ama doğrunun ne olduğunu da bilemeyecektir. Bunun gibi pek çok ‘basit’ değer yargısı on yıllar içinde benimsenecek ve ‘gerçek değerler’ yol kenarına terk edilecektir.

Beklentiler üzerinde iki taraf da konuşup anlaşmadığı sürece hayal kırıklığına uğramamız çok olasıdır. Dürüst olmak gerekirse bir beklentimizi karşımızdaki kişiyle paylaşmış ve üzerinde fikir birliğine varmış da olsak, kuvvetle muhtemel, kendimizi eninde sonunda yine hayal kırıklığı içinde buluruz. Biz insanız ve başarısızlığa uğrayabiliriz. Kendilerinden bir şeyler umduğumuz kişiler de insan. Ben kötümser biri değilim ve umut olmadığını söylemiyorum. Sadece kendimizi hayal kırıklığı içinde bulabilme olasılığımızın olduğunu ve bu durumda ne yapacağımızı bilmemiz gerektiğini söylüyorum.

Hayal kırıklığına uğradığımızda, işin içinde mutlaka birilerinden medet ummak, yani beklenti vardır. Yolumuza devam edebilmek için beklentimizin tam olarak ne olduğunu belirlemeli ve bunu kimden beklediğimizi gözden geçirmeliyiz. Tam olarak ne umduğumuzu anladığımızda her zaman çok da keyifli olmayan ama işe yarayan iyileşme sürecimize geçebiliriz. Bu sürecin en büyük parçası da iletişimdir. İhtiyaçlarımızı ve incindiğimiz noktaları açığa vurmak… Sanırım beklentimizi hiç bildirmediğimiz biri tarafından hayal kırıklığına uğradığımızı söyleme hakkımız olamaz.

Bu benim için büyük bir dersti. Tabii ki kimsenin zihnimi okuyamayacağını biliyordum, ama arkadaşlarıma doğum günümü kutlamalarını istediğimi söylemenin de pek hoş karşılanmayacağını düşündüm. Aslında kim doğum gününün kutlanmasını istemez ki? Şimdi bunun yadsınamaz bir gerçek olduğunu biliyorum.

Beklentilerimi bazen açığa vurdum, bazense sakladım. Dile getirmediğim bazı beklentilerimin ise ancak boşa çıktıklarında farkına vardım. Beklentilerimi dile getirdiğim, ama karşımdaki kişi tarafından duymazlıktan gelindiğim ya da reddedildiğim de oldu. Hayal kırıklığına uğradığınız bir zamanı düşünün. Bir beklentiniz var mıydı? Bu son derece mantıklı ve iyi bir beklenti de olabilir. Ne istediğinizi, neye ihtiyaç duyduğunuzu açık bir şekilde dile getirdiniz mi yoksa herkesin nasıl olsa anlayacağını varsayarak bir şeyleri muğlak mı bıraktınız? Tahminimce sizin de benimkine benzer deneyimleriniz olmuştur.

Örneğin, diyelim ki bir oda arkadaşım var. Bu durumda ortak alanların temiz tutulmasının mantıklı bir beklenti olduğunu düşünebilirsiniz. Tabii ki öyle! Ancak “temiz” kavramının anlamı tam olarak nedir? Bir ev arkadaşı için temizlik her gün oz almak, her yeri süpürüp silmek ve dezenfekte etmek anlamına gelebilir. Başka biri içinse, temizlik sadece tezgâhta kirli tabak bırakmamak anlamına gelebilir. Ya bu konu hakkında hiç konuşmadıysanız? Bunun nasıl bir karmaşaya yol açacağını görüyor musunuz? Üstelik bu inanılmaz derecede basit bir konu.

Diyelim ki çocuklarınız var. İçinizden biri dayağın disiplin vermede iyi bir yöntem olduğunu düşünürken, diğeri bunun aksini savunabilir. “Dayağın normal olduğunu düşünen biriyle evlendiğime inanamıyorum!” diyecek kadar ileriye giden de olabilir. İletişim eksikliği yüzünden eşinizin karakteri birden bire sorgulanır hale gelebilir. Belki de evlisiniz ve bugün yıldönümünüz. Eğer eşinizden sevgisini belirli bir şekilde göstermesine dair bir beklentiniz varsa, kutlama sizin için daha önemli bir konu durumuna gelebilir. Diğer yandan sadece bekleyip eşinizin sevgisini nasıl göstereceğini görme niyetinde olabilirsiniz. Bu türden bir bekleyiş etrafımdaki insanlarla ilişkilerimde çok yardımcı oldu.

“Mantıklı” olarak nitelendirdiğiniz beklentilerinizin listesi, eğer dikkatli olmazsanız sizi bambaşka noktalara götürebilir. Bu nedenle kendinizi birden bire farklı tepkiler verirken bulursunuz. Hayal kırıklığına uğramış, incinmiş veya saldırıya geçmiş olabilirsiniz. Bu durumda esasen beklentinizin ardında yatan gizli beklentiyi ortaya çıkarmak gerekir. Bunu ne kadar sık denerseniz, gizli olanı bulmak o kadar kolay hale gelir. Kendiniz hakkında ne kadar net bir bilgiye sahip olursanız, Tanrı’yla ilişkiniz o kadar güçlenir.

Uzun lafın kısası, sözü getirmeye çalıştığım nokta şu: beklentilerinizi ifade edin. Tanrı’yla bu konuda sohbet edin. Kendisinden bir şeyler beklediğiniz kişiyle bu konuda konuşun. Belki de beklentileriniz sadece kendinizle ilgili. Kendinizden bir şeyleri mükemmel şekilde yapmayı bekleyip sonunda başarısız mı oldunuz? Belki de bu beklenti pek de mantıklı ya da yerine getirilebilir değildi. Eğer sürekli olarak inciniyorsanız belki de beklentileriniz biraz dengesizdir, ne dersiniz? Belki bu beklentilerinizi ta çocukluğunuzdan ya da yaşanmış ilişkilerinizden getirmişsinizdir.

Böyle şeyleri ifade edebilmek cesaret gerektirir. Kendinizi kırılmaya açmış olursunuz. Houston Üniversitesi profesörlerinden araştırmacı yazar Brené Brown, savunmasızlık ve utanç konuları üzerinde uzun süreli çalışmalar yürütmüştür.Bkz. Brown, Brené: The Power of Vulnerability ( Sounds True, 2012); Brown, Brené: The Gifts of Imperfection (Hazelden, 2010). Brown, silahlarınızı indirip zırhınızı çıkarmanın, savunmasızlığın ve kırılabilirliğin aslında çok gerçek bir şey olduğunu ve cesaretle aynı hissi taşıdığını belirtir. Gerçek ve cesaret her zaman çok da konforlu olmayabilir, ama zayıflık oldukları da söylenemez. Tanrı’nın ve başkalarının önünde acılarımızdan dolayı savunmasız olmaktan korkarız. Karşımızdaki kişinin umduğumuz gibi karşılık vermeyeceğinden korkarız İstediğimiz türden tepkiler almayı umar ve bunu hak ettiğimizi düşünürüz. Kendimizi tüm kırılganlığımızla ortaya koyabilmek her durumda büyük cesaret gerektirir.

Bazen bu tür konuları bizi inciten kişiyle paylaşamayabiliriz. Kimi zaman içinde bulunduğumuz ortam gerektiği gibi sağlıklı, hatta güvenli olmayabilir. Ancak ne olursa olsun Tanrı’yla iletişim kurabiliriz. O’na her zaman hayal kırıklıklarımızı götürebiliriz ve O’nda her daim şifa buluruz.

Bu tür düşünceleri ve duyguları Tanrı’yla paylaşabilme yetisi çoğunlukla büyük cesaret gerektirse de son derece özgürleştiricidir. Bize ölüm yerine yaşamın hâkim olabilmesi için Tanrı veya diğer insanlarla ilişkilerimizde kırılgan yanlarımızı sergileme cesaretini göstermek zorundayız. Bereket içinde bir yaşam sürmek istiyorsak, pek de konforlu olmayan bu alanlardan kaçamayız. Neticede bolluk ve bereket hiçbir zaman konforla bağdaştırılmamalıdır.

Başkalarından her zaman en kötüsünü değil, en iyisini beklemeliyiz. Bu konu hakkında sekizinci bölümde daha çok konuşacağız. Derinden tanıdığınız ve bizi derinden tanıyan insanlarlilişki kurmayı öğrenmeliyiz.

Bu Durumda Hiç Beklentim Olmamalı Mı?

Muhtemelen, “Peki, hiç beklenti içine girmeyeceğim, böylece hayal kırıklığına da uğramayacağım” diye düşünüyorsunuz. Deneyebilirsiniz. Lütfen işe yarayıp yaramadığını benimle de paylaşın. Açıkçası bende pek işe yaramadı. Böyle bir tepki verenlerin yaşamlarının bir noktasında yerine getirilmemiş bir ‘söz’ veya ‘vaat’ söz konusudur. Her şey olup bittikten sonra aynı hissi yeniden yaşamamak için bir daha asla beklenti içine girmemeyi seçerler. Bu seçimi yapan kimi zaman bilinçaltıdır, kimi zamansa karar gayet bilinçli bir şekilde alınmıştır. “Bir daha asla kimseden hiçbir şey beklemeyeceğim” ifadesinin ardında, yaşananlara büyük bir tepki yatmaktadır. Eğer böyle bir fikre kapıldıysanız, kalbinizin bir kısmı kendini bir şeyler hissetmeye ve aktif olmaya kapamış demektir.

Hiçbir beklenti içine girmeyerek hayal kırıklığından kaçabileceğini düşünenler belki geçici bir süre için bunu başarabilirler, ama bu süreçte yaşamlarındaki gerçek sevinçten de olacaklardır. Brené Brown, savunmasızlık ve utanç konulu araştırmasında şu sonuca ulaşmıştır: “Bir duyguyu seçip dondurmamız mümkün değildir. Acı verici bir duyguya karşı hissizleştiğimizde, olumlu duygulara karşı da hissizleşiriz.” Sırf acı veriyorlar diye bir duyguyu kestirip atmamız mümkün değildir. Böyle bir durum sevinç gibi olumlu duyguları da hissetmemizi engeller. İnsanlar bizi incittiği için ilişki kurmaktan bütünüyle kaçamayız. Böyle yaparsak ilişkilerin tatmin ediciliğini de geri çevirmiş oluruz. İyi, kötü ve çirkin durumlarda dayanabilen dostluklar da vardır.

Gördüğünüz gibi, nihayetinde her şey görülenle değil, imanla yürümeye dayanır. Philip Yancey, imanın şimdiye dek gördüğüm en iyi tanımını yapmıştır. Sadece tersten bakıldığında anlamlı olacak şeye önceden inanıyoruz. Bir kez daha okuyun ve sindirin. O bizi, “Tanrı adil mi, sessiz mi, bir yere saklanmış mı” gibi sorularla savaşmaya değil, imanla yürümeye davet etti.

Hayal kırıklıklarımızı O’na bırakabilirsek ve O’nun yüreğimize iman tohumları ekmesine izin verirsek, O bizi, varlığından bile bihaber olduğumuz yerlere götürür. Umut kapıları hayal bile edemeyeceğimiz şekilde önümüzde açılır.

Bu noktada hayal kırıklıklarınız üzerinde biraz çalışmanız gerekiyorsa, bu son derece doğal. Kendinize zaman tanıyın ve çalışın. Her hayal kırıklığınızı O’nun önüne götürün. Sorularınız ya da anlama güçlüğünüz O’nu yormaz. Bu yolculukta sizi yalnız bırakmaz.

Deneyin!

  1. Engeller ve pekiştireçler listesine bakın. İçlerinde ipi göğüslemenize engel olan var mı?
  2. Ne gibi hayal kırıklıkları yaşadınız? Büyük müydüler yoksa binlerce küçük kâğıt kesiğiniz mi var?
  3. Eğer hiç hayal kırıklığına uğramamış olduğunuzu düşünüyorsanız, Tanrı’ya sorun. Aslında unuttuğunuz önemli bir hayal kırıklığınız var mı?
  4. Hayal kırıklıklarınız varsa bu konuda Tanrı’yla sohbet edin. O’nunla paylaşın ve size söylemek istediklerini dinleyin.
  5. Yaşamınızdaki kişilerle paylaşabileceğiniz beklentileriniz var mı?
  6. Geri dönüp baktığınızda Tanrı’yla yaşadığınız ve yüreğinizde güven ve iman temelleri atmış hikâye ve deneyimleriniz var mı? Bunları bir yerlere yazın. Böylece geri dönüp göz atabilirsiniz.



Dipnotlar

Yorumlar