Kutsal Kitap'ın Ayrılmış Yaşam Öğretisi

Kutsal Yazılar’dan kanıtlanamayan uygulamalarla ilgili olarak vicdanı bağlamaya karşı bir makale.
Ayrılmış Yaşam Sorusu
Ayrılmış yaşam sorusu, sadece her düşünceli Hristiyan’ın yüzleşmesi gereken pratik bir soru olduğu için değil, aynı zamanda doktrinsel sonuçları nedeniyle de çok önemli bir sorudur. “Ayrılmış Yaşam” denilen şeyi yaşama zorunluluğu konusundaki ısrar, bugün bazı samimi Hristiyan çevrelerinde çok yaygındır. Talep edilen ayrılığın ayrıntıları büyük farklılıklar gösterir; bazı gruplar tarafından hoş görülen uygulamalar diğerleri tarafından Hristiyan sorumluluk ve paydaşlığına aykırı olarak kınanır ve bunun tersi de geçerlidir. Genel olarak, terimin yaygın olarak kullanıldığı şekliyle “Ayrılmış Yaşam”, sadece Kutsal Yazılar tarafından günah olduğu kanıtlanabilen şeylerden değil, aynı zamanda kendi içlerinde tarafsız olabilecek çeşitli diğer uygulamalardan da ayrılmış bir yaşam olarak anlaşılabilir; ve bu ayrılık Hristiyan’ın vicdanı üzerinde bağlayıcı olarak kabul edilir ve bazen kilise ve hatta Hristiyan kardeşliğinin bir şartı ya da koşulu haline getirilir.
Bu sorun ilk bakışta göründüğünden çok daha önemlidir. Bu konu, Hristiyanlar’ın belirli türden davranışlara katılıp katılmamaları ya da bunlardan kaçınmaları gerektiği sorusundan çok daha önemlidir. Çok büyük önem taşıyan başka sorunlar da söz konusudur. “Kutsal Kitap’ın ayrılmış yaşam öğretisi nedir?” sorusuna yanlış bir yanıt verirsek, diğer öğretilerde ciddi hatalara düşeceğimiz kesindir. “Ayrılmış Yaşam” terimini popüler anlamda değil, İncil’deki anlamıyla kullanarak, ayrılmış yaşamın lütuf antlaşmasının etik bir uygulaması olduğunu ve kutsallaştırma doktrini ile ilişkili olduğunu söyleyebiliriz, çünkü bu doktrin iyi işlerin Hristiyan yaşamındaki doğası ve önemi ile ilgilenmektedir. Ayrılmış yaşam sorununa bağlı olan diğer doktrinler şunlardır: (1) Önemsiz şeylerin kullanımında Hristiyan özgürlüğü; (2) insanların buyruklarına karşı vicdan özgürlüğü; (3) inanç ve davranış standardı olarak Kutsal Yazılar’ın yeterliliği; (4) Hristiyan kilisesinin yetkisinin niteliği ve sınırları. Bu makalenin amacı, Kutsal Yazılar’ın ayrılmış yaşamla ilgili öğretisini ortaya koymak ve daha sonra ayrılmış yaşamla ilgili hatalı öğretinin yukarıda sıralanan dört öğretiyi nasıl etkilediğini göstermektir.
I. Günahtan Ayrılma
Günahtan ayrılmak lütuf antlaşması gereği Hristiyan’dan istenir. Lütuf antlaşmasının koşulları tövbe ve imandır. Günaha devam etmeyi düşünen tövbe gerçek bir tövbe değil, sadece sahte ya da ikiyüzlü bir tövbedir. Belirli bir davranış biçiminin günahlı olduğu, yani Tanrı’nın ahlak yasasına aykırı olduğu kanıtlandığında, Hristiyan’ın bu davranıştan ayrılması Tanrı’nın Kendisi tarafından talep edilir. Tanrı’nın ahlak yasası Adem’in tüm soyunu kişisel, tam, kesin ve sürekli bir itaate bağlar (Westminster İnanç Açıklaması, XIX.I). Tanrı’nın günahtan ayrılmamızı gerektirdiği tüm Kutsal Yazılar’ın tutarlı öğretisidir. Romalılar 6:1-2 buna örnek olarak alıntı yapılabilir: “Öyleyse ne diyelim? Lütuf çoğalsın diye günah işlemeye devam mı edelim? Kesinlikle hayır! Günah karşısında ölmüş olan bizler artık nasıl günah içinde yaşarız?”
Lütfun bollaşması için Hristiyan’ın günah işlemeye devam edebileceği düşüncesi, tüm sapkınlıkların en zararlılarından biri olan Antinomianizm’dir. Kutsal Yazılar’ın, günahlı davranışlardan uzak durma anlamında, her Hristiyan’ın — aslında her insanın — ayrılmış bir yaşam sürmesini gerektirdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
II. Günah İşlemeyi Teşvik Eden Durumlardan Ayrılma
Hristiyan sadece günahın kendisinden değil, aynı zamanda günaha teşvik ettiği bilinen durumlardan da uzak durmak zorundadır. Denenmek günah değildir; Rab İsa Mesih şeytan tarafından denendi, ama O tamamen günahsızdı. Bununla birlikte, kendimizi bilerek günaha sürükleyecek bir yola sokmak günahtır. Rab’bin Duası’nda “Ayartılmamıza izin verme” dilekçesini kullanırız. Bununla ilgili olarak Büyük Kateşizm, no. 195, şöyle der: “... günahlarımız bağışlandıktan sonra bile, yozlaşmışlığımız, zayıflığımız ve uyanıklık eksikliğimiz nedeniyle, yalnızca denenmeye maruz kalmakla ve kendimizi ayartmalara maruz bırakmakla kalmayız; aynı zamanda bunlara direnmek, bunlardan kurtulmak ve kendimizi iyileştirmek için kendimiz de yetersiz ve isteksizizdir...”
Burada Hristiyanlar’ın kendilerini ayartmalara maruz bırakmaya istekli oldukları söylenir ve kuşkusuz bu istekliliğin kendisi günahdır, çünkü doğamızın bozulmasından kaynaklanır. Bu nedenle, Hristiyanlar kendilerini günaın ayartmalarına maruz bırakmak yerine, kendilerini bu tür ayartmalardan ve bu ayartmalara neden olduğu bilinen şeylerden uzak tutmalıdırlar. Mesih’in Matta 5:29-30’daki sözlerinde esasen öğretilir: “Eğer sağ gözün günah işlemene neden olursa, onu çıkar at. Çünkü vücudunun bir üyesinin yok olması, bütün vücudunun cehenneme atılmasından iyidir. Eğer sağ elin günah işlemene neden olursa, onu kes at. Çünkü vücudunun bir üyesinin yok olması, bütün vücudunun cehenneme gitmesinden iyidir.”
Elbette bu sözler kelimesi kelimesine anlaşılmamalıdır. Rab bedenlerimizi gerçekten sakatlayarak günahtan kaçınmaya çalışmamızı istemez. Bunun gerçek anlamı, Hristiyan’ın günaha teşvik eden durumları ortadan kaldırmakla yükümlü olduğudur. Bir el ya da bir göz kendi başına günah değildir; burada mecazi olarak, kendi başlarına oldukça zararsız olabilen, ancak çeşitli nedenlerle Hristiyan’ın tökezlemesine neden olan ayartılma durumları için kullanılırlar. Rab’bin buyruğu, kendi içlerinde zararsız olsalar bile, onları kesip atmaktır.
Emrin koşullu olduğuna dikkat edilmelidir: “Eğer sağ gözün günah işlemene neden olursa,” vb. Dolayısıyla bu konuda evrensel bir kural konulamaz; zira bir kişi için çok büyük bir ayartma olan şey, başka bir kişi için hiç ayartma olmayabilir. Putperestlikten yeni dönmüş bir Çinli’nin evinde Buda’nın küçük bir tunç heykelini bulundurması, ciddi bir günah işleme fırsatına göz yummak anlamına gelecektir. Onun için tek güvenli yol, hatta tek doğru yol, bu iğrençlikten bir an önce kurtulmaktır. Amerika’da yaşayan emekli bir misyonerin evinde antika olarak Buda heykeli bulundurması ne kendisi ne de bir başkası için bir ayartma sebebi olamaz; ayartmadan kaçınmak için böyle bir nesneyi elden çıkarmak saçma olur. Heykelin kendisi “dünyada put bir hiçtir” (1Ko. 8:4); sadece “tunç parçası” (2Kr. 18:4); ama putperestlikten yeni kurtarılan adam için putperestliğin tüm iğrençliklerinin bir sembolü ve eski yollara dönmek için sürekli bir davettir.
Gerçekte tüm ayartmaların, herhangi bir maddi şeyin doğası gereği değil, insanın günahlı yüreğinin bozulması nedeniyle bu kadar tehlikeli olduğunu her zaman hatırlamalıyız. Bu gerçek çok basittir, ancak sadece dürüst Hristiyanlar tarafından değil, günümüzün popüler din öğretmenleri tarafından bile sürekli olarak göz ardı edilir ya da yanlış anlaşılır. Günaha sürüklenmenin gerçek tehdidi bizi çevreleyen maddi şeylerden ya da yaşamda karşılaştığımız durumlardan değil, insan yüreğinin yozlaşmasından kaynaklandığına göre, günaha sürüklenme durumlarından uzak durma konusunda katı ve kesin kurallar koyan doktrinin ne kadar yanlış olduğunu görürüz. İşin doğası gereği, bir insanı ayartan şey diğerini etkilemediği için, bu tür kurallar yapılmamalı, yapıldıysa da vicdan özgürlüğüne değer veren tüm Hristiyanlar tarafından reddedilmelidir. Günaha teşvik eden durumlardan uzak durmak kuşkusuz bir emirdir. Ancak tam olarak neyin günaha teşvik edici bir durum olduğunu hiç kimse bir başkası için yetkili bir şekilde söyleyemez, böylece diğerinin vicdanını bağlayamaz. Daha da azı, herhangi bir insan ya da kilise bu gibi konularda tüm insanlar için geçerli evrensel kurallar formüle edebilir.
III. Dünyadan Ayrılma
Günahtan ve günaha teşvik eden durumlardan uzak durma yükümlülüğüne ek olarak, Kutsal Yazılar’ın Hristiyan’dan dünyadan uzak durmasını istediği bir anlam daha vardır. Kutsal Yazılar’ın orijinal dillerinde, dilimizde “dünya” olarak çevrilen çeşitli terimler kullanılır ve bunların çeşitli anlamı var. Yeni Antlaşma’da aioon ve kosmos sözcükleri sık sık kullanılır; bunlardan ikincisi çok daha yaygındır. Bu son terim Yeni Antlaşma’da birbirinden tamamen farklı en az iki anlamda kullanılmaktadır ve bunlara aşağıdaki örnekler verilebilir:
1. Tanrı’nın Mülkü Olarak Görülen İnsan Dünyası: - “Tarla ise dünyadır...” (Mat. 13:38), “Günah bir insan aracılığıyla... dünyaya girdi” (Rom. 5:12), “... dünyadan yararlananlar alabildiğine yararlanmıyormuş gibi olsun ...” (1Ko. 7:31)
2. Şeytan’ın Krallığı Olarak Görülen Günahkâr Dünya: - “Dünyayı sevenin Baba’ya sevgisi yoktur” (1Yu. 2:15), “Çünkü bu dünyanın egemeni geliyor. Onun benim üzerimde hiçbir yetkisi yoktur” (Yu. 14:30), “Bu dünyanın gidişine ve havadaki hükümranlığın egemenine...” (Ef. 2:2)
Hristiyan’ın insan toplumundan ya da dünyanın kendisinden ayrılmasının gerekmediği 1. Korintliler 5:9-10 ayetleriyle kanıtlanmıştır: “Mektubumda size fuhuş yapanlarla arkadaşlık etmemenizi yazdım. Kuşkusuz dünyadaki ahlaksızları, açgözlüleri, soyguncuları ya da putperestleri demek istemedim. Öyle olsaydı, dünyadan ayrılmak zorunda kalırdınız!”
Ortaçağ manastırcılığı dünyadan ayrılma girişimiydi, yozlaşmış olanla her türlü ilişkiden kaçınarak yozlaşmadan kaçma girişimiydi. Elçi Pavlus, yukarıda alıntılanan metinde bunu bir saçmalık olarak reddeder. Hristiyan’ın, yenilenmemiş ve günahkâr insanlarla her türlü birliktelikten uzak durması gerekmez; zina edenlerle, açgözlülerle, soyguncularla ve putperestlerle bile sivil birliktelik kurmasına izin verilir; ancak bunları Hristiyan ya da kilise paydaşlığının sınırları içinde görmesi yasaktır.
Ancak Hristiyan’ın dünyanın günahlarına her türlü katılımdan uzak durması gerekir. Bunu, 2. Korintliler 6:17-18 “Bu nedenle, ‘İmansızların arasından çıkıp ayrılın’ diyor Rab. ‘Murdara dokunmayın, ben de sizi kabul edeceğim.’ Her Şeye Gücü Yeten Rab diyor ki, ‘Size Baba olacağım, siz de oğullarım, kızlarım olacaksınız.’” ve 1. Timoteos 5:22 “Başkalarının günahlarına ortak olma. Kendini temiz tut” öğretir.
Bu anlamda dünyadan ayrılmak günahtan ayrılmakla aynı şeydir. Basitçe, özellikle Şeytan’ın krallığı olarak kabul edilen dünyayı karakterize eden, kendi içlerinde günah olan şeylerden ayrılmak anlamına gelir.
Hristiyan aynı zamanda Şeytan’ın krallığı olan dünyaya karşı da tanıklık etmekle yükümlüdür. Yuhanna 7:7’de gösterildiği gibi, İsa Mesih bu anlamda dünyaya karşı bir tanıktı: “Dünya sizden nefret edemez, ama benden nefret ediyor. Çünkü yaptıklarının kötü olduğuna tanıklık ediyorum.”
Hristiyan, Mesih’in örneğini izlemeli ve dünyanın işlerinin kötü olduğuna tanıklık etmelidir. Hristiyan dünyaya karşı tutarlı bir tanıklık sürdürmelidir ve bu tanıklıkla tutarsız olan tüm davranışlardan ayrılmayı gerektirir. Dünyadan bu tür bir ayrılık her Hristiyan’dan Vahiy 18:4’te istenmektedir: “Gökten başka bir ses işittim: ‘Ey halkım!’ diyordu. ‘Onun günahlarına ortak olmamak, uğradığı belalara uğramamak için çık oradan!’”
1. Korintliler 7:29-31’de gösterildiği gibi, Tanrı’nın mülkü olarak kabul edilen dünyanın meşru kullanımında bile Hristiyan ölçülü olmalıdır: “Kardeşler, şunu demek istiyorum: Zaman daralmıştır. Bundan böyle, karısı olanlar karıları yokmuş gibi, yas tutanlar yas tutmuyormuş gibi, sevinenler sevinmiyormuş gibi, mal alanlar malları yokmuş gibi, dünyadan yararlananlar alabildiğine yararlanmıyormuş gibi olsun. Çünkü dünyanın şimdiki hali geçicidir.”
Hristiyan yeryüzünde bir yabancı ve seyyahtır (İbr. 11:13); onun vatandaşlığı göklerdedir (Fil. 3:20), ve temsilcisi olan Mesih’te zaten orada bulunur (Kol. 3:1). Şimdiki dünya, günahtan ayrı olarak Tanrı’nın yaratımı ve mülkiyeti olarak görülse bile, sadece geçicidir, sonsuz düzen için bir hazırlıktır (İbr. 13:14). Bu nedenle Hristiyan, bir yabancı ve seyyah olarak durumuyla uyuşmayan her şeyden, yani dünyayı denetimsiz bir şekilde kullanmaktan kaçınmalıdır. “Alabildiğine yararlanmamak” ifadesi, “çok yoğun kullanmamak” şeklinde tercüme edilebilir. Sonuçta günaha teşvik eden durumlarda olduğu gibi, bu konuda da belirli kurallar formüle etmek kesinlikle mümkün değildir; her durum, Kutsal Ruh tarafından aydınlatılmış bir vicdana uygun olarak hareket eden ilgili kişi tarafından kendi esasına göre kararlaştırılmalıdır.
IV. Ayrılmış Yaşam ve Tarafsız Konular
Kutsal Yazılar, genellikle adiaphora ya da “tarafsız konular” olarak adlandırılan şeylerin ya da eylemlerin bir sınıflandırmasını kabul eder. Bu terim yanlış anlaşılmamalıdır. Bu, bir Hristiyan’ın herhangi bir eylemi gerçekleştirirken ahlaki açıdan tarafsız ya da nötr olarak görülebileceği ya da bir Hristiyan’ın herhangi bir zamanda ahlaki bir tatile çıkabileceği ve ahlaki açıdan tarafsız olan şeylerle tamamen ilgilenebileceği anlamına gelmez. İnsan ahlaki bir faildir ve her zaman yüreğinin durumundan, her düşüncesinden, sözünden ve eyleminden dolayı Tanrı’ya karşı sorumludur. Hristiyan’ın olduğu ve yaptığı her şey her zaman ahlaki bir öneme sahiptir. Bunu, Koloseliler 3:17 “Söylediğiniz, yaptığınız her şeyi Rab İsa’nın adıyla, O’nun aracılığıyla Baba Tanrı’ya şükrederek yapın.” ve 1. Korintliler 10:31 “Sonuç olarak, ne yer ne içerseniz, ne yaparsanız, her şeyi Tanrı’nın yüceliği için yapın” gösteriyor.
Ne yaparsa yapsın, Hristiyan her zaman ya Tanrı’nın yüceliği için yaşar ya da Tanrı’nın yüceliğine karşı günah işler. “İmana dayanmayan her şey günahtır” (Rom. 14:23). Belirli koşullar altında belirli bir eylemi gerçekleştiren bir Hristiyan ya Tanrı’yı yüceltiyor ya da günah işliyor olmalıdır; üçüncü bir seçenek yoktur. Bu, adiaphora, yani kendi içinde tarafsız şeyler olmadığı anlamına gelmez. Ama tarafsız şeylerin doğru kullanımının, yani dikkatli, ölçülü, Tanrı’dan korkan ve vicdanlı bir şekilde kullanılmasının ya da bunlardan uzak durulmasının Tanrı’nın yüceliği için olduğu anlamına gelir. Bununla birlikte, tarafsız şeylerin yanlış kullanımı, yani kötüye kullanılması Tanrı’nın yüceliğine aykırıdır ve bu nedenle günahtır. Ancak Hristiyan’ın kendisi asla ahlaki açıdan tarafsız olmasa da, yine de kendi içinde değerlendirildiğinde ahlaki açıdan tarafsız olan bazı şeyler ve uygulamalar vardır. Kutsal Yazılar’da, özellikle de Romalılar 14:1-23, 1. Korintliler 8:1-13 ve 1. Korintliler 10:23-32 gibi bölümlerde açıkça öğretildiği için bu inkar edilemez.
Hristiyan özgürlüğünün bir kısmı, tarafsız şeylerin, yani kendi başlarına yasadışı olmayan şeylerin vicdani olarak özgürce kullanılması ya da bunlardan uzak durulmasından oluşur. Kutsal Yazılar bu kategoriye ne yiyip içeceğimiz (Rom. 14:2-3.6.14.17.21; 1. Kor. 8:8; 10:25-26), belirli günlerin kutlanması (Rom. 14:5-6), evlilik ve bekârlık (1. Kor. 7:28) gibi pratik konuları da dâhil eder.
Tarafsız şeylerle ilgili olarak Hristiyan’ın sorumluluğu nedir? Herhangi bir Hristiyan’ı gücendirebilecek her türlü davranıştan kaçınmalı mıdır? Eğer öyleyse, bu kaçınmanın uygun gerekçeleri nelerdir? Yoksa Hristiyan, insanların gözleri önünde tarafsız olan şeyleri özgürce kullanarak özgürlüğünü mü savunmalıdır? Kutsal Yazılar’ın bu ve benzeri sorulara ilişkin öğretisi şu şekilde özetlenebilir:
1. Tarafsız Şeyler Asla Kendi İçinde Günah Olamaz
Bir şeyi tarafsız olarak sınıflandırıp sonra da onu kendi içinde günah olarak görmek, dürüst bir hırsızdan ya da doğru sözlü bir yalancıdan söz etmek gibi bir çelişkiye düşmek demektir. Elbette tarafsız şeylerin kullanımının belirli koşullar altında günah olabileceği doğrudur, ancak bu tarafsız şeylerin kendi başlarına günah olabilecekleri anlamına gelmekten çok uzaktır. Belirli bir şeyin ya da eylemin kendi içinde günah olduğunu söylediğimizde, bunun günahtan ayrılamaz olduğunu ve dolayısıyla hiçbir koşul altında günahsız yapılmasının mümkün olmadığını kastederiz.
Örneğin, zina başlı başına günahtır; hiçbir koşul altında günahsız olarak işlenemez. Günahlı karakteri özel koşullara bağlı değildir, doğasında vardır ve ondan ayrılamaz. Öte yandan, piyano çalmak kendi başına ahlaki açıdan tarafsızdır. Tarafsız bir şey olduğuna göre, kendi içinde asla günah olamaz. Ancak böyle bir eylemin günah olduğu durumlar da olabilir. Eğer bir çocuğun belirli bir saatte piyano çalması ebeveynleri tarafından yasaklanmışsa, ancak yine de bunu yapıyorsa, o zaman bu koşullar altında piyano çalmak günahtır. Ancak işlenen günah piyano çalma günahı değil, meşru ebeveyn otoritesine itaatsizlik günahıdır. Yine, eğer bir kişi piyano müziğine karşı öylesine büyük bir tutku geliştirir ve neredeyse tüm zamanını ve gücünü bu uğraşa ayırırsa ve bunu Tanrı’ya tapınmanın, O’nun Krallığını ve doğruluğunu aramanın da ötesinde, hayatının en yüce işi ve başlıca amacı haline getirirse, böyle bir durumda ve bu kadar aşırıya kaçıldığında, piyano çalmak günahtır. Ancak işlenen günah piyano çalma günahı değil, putperestlik günahıdır.
Böylece, belirli koşullar adiaphora’nın belirli bir zamanda ya da belirli koşullar altında belirli bir kişi tarafından kullanılmasını günah kılsa da, bunun söz konusu şeylerin kendi içlerinde günah olduklarını onaylamaktan çok farklı olduğunu görüyoruz. O halde, Kutsal Yazılar’ın gerçekten de bazı şeylerin ya da eylemlerin kendi başlarına günah olmadığını, ama ahlaken tarafsız olduklarını öğrettiğinden kesin olarak emin olalım. Bu gerçek inkar edilir ya da göz ardı edilirse, ortaya sadece kafa karışıklığı ve hata çıkabilir. Eğer okuyucularımız arasında Kutsal Yazılar’ın adiaphora’nın varlığını öğrettiğini inkar etme eğiliminde olanlar varsa, onlara Romalılara Mektup’un on dördüncü bölümünü daha dikkatli bir şekilde incelemelerini tavsiye ederiz. Bu öğreti, Romalılar 14:14 “Rab İsa’ya ait biri olarak kesinlikle biliyorum ki, hiçbir şey kendiliğinden murdar değildir. Ama bir şeyi murdar sayan için o şey murdardır”, ve 1. Korintliler 10:23 “‘Her şey serbest’ diyorsunuz, ama her şey yararlı değildir. ‘Her şey serbest’ diyorsunuz, ama her şey yapıcı değildir.” tarafından kanıtlanmıştır.
Hristiyan Köktendincilerin bazı gruplarının, maddi şeylerin kendi içlerinde günah olabileceğine dair eski Gnostik doktrini yeniden canlandırdıklarına dair çok az şüphe olabilir. Ancak bu anlayışın Kutsal Kitap’ın günah doktrinine ne kadar aykırı olduğunu göstermek zor değildir. Kutsal Yazılar’a göre, günahın merkezi, herhangi bir maddi şey ya da kişisel olmayan madde değil, düşmüş insanın yozlaşmış yüreğidir. Rabbimiz’in Markos 7:21-23’teki sözleri bunu göstermektedir: “Çünkü kötü düşünceler, fuhuş, hırsızlık, cinayet, zina, açgözlülük, kötülük, hile, sefahat, kıskançlık, iftira, kibir ve akılsızlık içten, insanın yüreğinden kaynaklanır. Bu kötülüklerin hepsi içten kaynaklanır ve insanı kirletir.”
Kutsal Yazılar ayrıca günahın mutlak bir karaktere sahip olduğunu da öğretir. En ufak bir günah bile Tanrı’nın tüm ahlak yasasının ihlalidir ve günahkâra Tanrı’dan sonsuza dek ayrı kalma cezası getirir (Yak. 2:10-11; Yar. 2:17; Rom. 6:23). Eğer herhangi bir maddi şeyin kullanımı kendi içinde günahsa, o zaman bu kullanım günahın mutlak karakterini paylaşır ve kullanana hak ettiği ebedi cezayı getirir. Dolayısıyla, eğer herhangi bir maddi şeyin kullanımı kendi içinde günahsa, o zaman bu kullanım derecesi ne olursa olsun günahtır. Bu durumda, mümkün olan en ufak bir kullanım bile Tanrı’nın doğruluğuna karşı bir suçtur ve Tanrı’nın hak ettiği gazabı kullanıcının üzerine çeker (Rom. 1:18).
Bu durum şu şekilde örneklendirilebilir: Karbolik asit içerek intihar etmenin günah olduğuna şüphe yoktur. Ancak bunun nedeni karbolik asit kullanımının kendi başına günah olması değil, intihar niyetiyle kullanılmasıdır. Böyle bir durumda, işlenen günah intihar günahıdır, karbolik asit içme günahı değil. Maddi bir şey olan karbolik asit kendi başına günah olamaz. Eğer kullanımı kendi başına günah olsaydı, kullanılan miktardan bağımsız olarak bu kullanım günah olurdu. Eğer bir damla karbolik asit bin galon suda eritilse ve elde edilen çözeltiden bir damla içilse, karbolik asit kullanımının kendi başına günah olması koşuluyla, bu bir damlanın içilmesi ebedi ölüm cezasını hak eden bir günah olacaktır.
Kimse bunun basitçe bir reductio ad absurdum olduğunu ve bu nedenle ciddi bir şekilde ele alınmaya değer olmadığını söylemesin. Kutsal Yazılar günahın mutlak bir karaktere sahip olduğunu ve en küçük günahın bile tüm ahlak yasasının ihlali olduğunu ve bu nedenle sonsuz ölüm cezasını hak ettiğini açıkça öğretir. Kutsal Yazılar’ın öğretisi bu olduğuna göre, maddi şeylerin kullanımı kendi başına günah olabiliyorsa, o zaman bu tür en ufak bir kullanımın sonsuz ölüm cezasını hak ettiği zorunlu olarak ortaya çıkar. Saçmalık, günahın herhangi bir maddi şeyin kullanımına içkin olabileceği düşüncesindedir, en küçük günahın bile mutlak bir karaktere sahip olduğuna dair Kutsal Kitap öğretisinde değil. Günümüzde tarafsız şeylerin kendi başlarına günah olamayacağı önermesini savunmak son derece önemlidir, çünkü bu önerme günümüzde bazı Köktendinci gruplar tarafından yaygın bir şekilde reddedilmektedir. Romalılar 14 ve I Korintliler 8’in öğretisine geri dönmek, bugün birçok kilisenin yaşamında çok yararlı bir şey olacaktır.
2. Hristiyan Tarafsız Şeyleri Kullanmakta veya Bunlardan Kaçınmakta Özgürdür
Tarafsız şeyler kendi başlarına günah olmadıklarından, Hristiyan bunlardan uzak durmak için özel bir neden olmadığı sürece bunları kullanmakta özgürdür. Kutsal Yazılar bu konuyla ilgili olarak açıkça “özgürlük” sözcüğünü kullanır (1Kor. 8:9; 10:29). Hristiyan’ın tarafsız şeyleri kullanma ya da onlardan uzak durma özgürlüğü Rom. 14:5 ve 22’de de ortaya konur: “Kimi bir günü başka bir günden üstün sayar, kimi her günü bir sayar. Herkesin kendi görüşüne tam güveni olsun. ... Onayladığı şeyden ötürü kendini yargılamayan kişi ne mutludur!”
Hristiyan’ın tarafsız şeyleri kullanıp kullanmamakta özgür olduğu beyan edildiğine göre, tarafsız şeylerden uzak durmanın durumun doğası gereği zorunlu değil, gönüllü olması gerektiği sonucu çıkar. Bu hakikat Rom. 14:21 ayetiyle ortaya konmaktadır: “Et yememen, şarap içmemen, kardeşinin sürçmesine yol açacak bir şey yapmaman iyidir.”
“İyi” olarak tercüme edilen sözcük kalon’dur ve ‘hoş’, ‘erdemli’ ya da ‘münasip’ anlamına gelir, ancak ‘zorunlu’ anlamına gelmesi mümkün değildir. Aynı Grekçe sözcük Markos 9:5'te de kullanılır; orada Petrus, Başkalaşım Dağı’ndan söz ederken Rab’be, “burada bulunmamız ne iyi oldu!” der. Bu, Rom. 14:21’in herhangi bir maddi şeyin kullanımına ilişkin ilahi bir yasak olarak yorumlanamayacağını göstermek için yeterli olmalıdır.
3. Hristiyan Özgürlüğünün Özü, İnsanların Gözü Önünde Uygulanması Değildir
Kutsal Yazılar daha ziyade bu özgürlüğün Tanrı’nın gözünde kullanılması gerektiğini ve Tanrı’nın Hristiyan’ı bu özgürlüğü kullanması ya da kötüye kullanmasından sorumlu tuttuğunu öğretir. Romalılar 14:22.6.12 ayetleri bunu kanıtlar, “Bu konulardaki inancını Tanrı’nın önünde kendine sakla.” “Belli bir günü kutlayan, Rab için kutlar. Her şeyi yiyen, Tanrı’ya şükrederek Rab için yer. Bazı şeyleri yemeyen de Rab için yemez ve Tanrı’ya şükreder.” “Böylece her birimiz kendi adına Tanrı’ya hesap verecektir.”
Hristiyan’ın, bu özgürlüğü kullanmasından ya da kötüye kullanmasından dolayı Tanrı’ya karşı sorumlu olduğu gerçeğinin bir sonucu da, başkalarını tarafsız şeyleri sorumlu bir şekilde kullandıkları için yargılamaktan kaçınma emridir, Rom. 14:4.10.13’te gösterildiği gibi: “Sen kimsin ki, başkasının kulunu yargılıyorsun? Kulu haklı çıkaran da haksız çıkaran da efendisidir.” “Sen neden kardeşini yargılıyorsun? Ya sen, kardeşini neden küçümsüyorsun? Tanrı’nın yargı kürsüsü önüne hepimiz çıkacağız.” “Onun için, artık birbirimizi yargılamayalım.”
Bu ayetler bireyleri yargılayan bireylerden bahsetmektedir. Kilisenin bu konulardaki yargısal işlevi bu çalışmanın sonraki bir bölümünde ele alınacaktır. Bireysel yargılamalara gelince, günümüzde başkalarını tarafsız şeyleri meşru ve sorumlu bir şekilde kullandıkları için merhametsizce ve küstahça yargılamanın son derece yaygın olduğundan şüphe edilebilir mi?
4. Hristiyan Başkalarının Sendeleyip Düşmesine Neden Olmamaya Dikkat Etmelidir
Hristiyan, tarafsız şeyleri kullanırken başkalarının tökezlemesine ya da gücenmesine neden olmamaya dikkat etmekle Tanrı’ya karşı sorumludur. Hristiyan kardeşinin bekçisidir ve kardeşinin iyiliğinden sorumludur. Bu nedenle, bir kardeşin kullanımıyla rencide olacağı ya da tökezlemesine neden olacağı, kendi içinde tarafsız olan belirli şeylerin kullanımını reddetmeli ve gönüllü olarak bunlardan kaçınmalıdır. Bu, Romalılar 14:7.13.15.21 ayetinde gösterilmektedir: “Hiçbirimiz kendimiz için yaşamayız, hiçbirimiz de kendimiz için ölmeyiz.” “Bunun yerine, hiçbir kardeşin yoluna sürçme ya da tökezleme taşı koymamaya kararlı olun.” “Yediğin bir şey yüzünden kardeşin incinmişse, artık sevgi yolunda yürümüyorsun demektir. Mesih’in, uğruna öldüğü kardeşini yediklerinle mahvetme!” “Et yememen, şarap içmemen, kardeşinin sürçmesine yol açacak bir şey yapmaman iyidir.”
Bu bağlamda, Hristiyan’ın kardeşleriyle olan ilişkisi söz konusu olduğunda, bu metinlerde bahsedilen kaçınmanın zorunlu bir kaçınmadan ziyade gönüllü bir kaçınmadan ibaret olduğu tekrarlanmalı ve vurgulanmalıdır. Romalılar 14, 1. Korintliler 8 ve 1. Korintliler 10:23-32 ayetlerinin kilise topluluklarına ya da kilise yargıçlarına değil, kesinlikle bireysel Hristiyanlar’a hitap ettiğine dikkat edilmelidir. Baştan sona çoğul değil tekil kullanılmıştır. Bu nedenle bu bölümler, kilise önderlerinin kilise üyeliği koşullarını formüle ederken rehberlik edecekleri ilkeleri değil, Hristiyanlar’ın kişisel davranışlarını düzenlerken rehberlik edecekleri ilkeleri sunmaktadır. Bir Hristiyan, Tanrı’nın önünde, kendi içinde tarafsız olan belirli bir şeyden uzak durmanın görevi olduğunu hissedebilir, ancak insanlar söz konusu olduğunda, uzak durmanın kendisi için zorunlu olmadığını fark edebilir. Böyle bir durumda, Hristiyan ile Tanrı arasındaki ilişki söz konusu olduğunda kaçınmak zorunludur, ancak Hristiyan ile kardeşleri arasındaki ilişki söz konusu olduğunda gönüllüdür. Kaçınma ancak Hristiyan ile Rabbi arasında bir mesele olduğunda gerçekten gönüllü olabilir; kilise tarafından zorunlu hale getirildiğinde gönüllü olmaktan çıkar ve zorunlu hale gelir. Yukarıda alıntılanan metinler kendi bağlamlarında ele alındığında bu çok açık görünmektedir, ancak Rom. 14:21’in belirli maddi şeylerin kullanımına ilişkin ilahi bir yasak içerdiği defalarca iddia edilmiştir. Eğer Rom. 14:21’in gerçek anlamı buysa, o zaman bölümün geri kalanının hiçbir anlamı yoktur ve öğretişi tamamen belirsizdir.
5. Tarafsız Şeylerden Uzak Durma Konusunda Hristiyan’ın Vicdanı Özgürdür
Tarafsız şeylerden uzak durmak, bir kardeşimizin zayıf vicdanını düşünmekten kaynaklansa da, vicdanımızın Hristiyan kardeşlerimizin zayıflıklarını düşünmemizi gerektirdiği dolaylı anlam dışında, asla kendi vicdanımızdan kaynaklanamaz; çünkü bir şey tarafsız olarak kabul edilirse, onu kullanmak kendi başına nasıl günah olabilir ya da kendi vicdanımız nedeniyle nasıl uzak durabiliriz? Hristiyan özgürlüğünün vicdanla ilişkisi 1. Korintliler 10:25-29 ayetleriyle kanıtlanır: “Kasaplar çarşısında satılan her eti vicdan sorunu yapmadan, sorgusuz sualsiz yiyin. Çünkü ‘Yeryüzü ve içindeki her şey Rab’bindir.’ İman etmemiş biri sizi yemeğe çağırır, siz de gitmek isterseniz, önünüze konulan her şeyi vicdan sorunu yapmadan, sorgusuz sualsiz yiyin. Ama biri size, ‘Bu kurban etidir’ derse, hem bunu söyleyen için, hem de vicdan huzuru için yemeyin. Senin değil, öbür adamın vicdan huzuru için demek istiyorum. Benim özgürlüğümü neden başkasının vicdanı yargılasın?”
Yukarıdaki alıntının kapanış sözlerinin bugün vurgulanması gerekmektedir: “Benim özgürlüğümü neden başkasının vicdanı yargılasın?” Mesih’in beni özgür bıraktığı konularda özgürlüğüm neden tek bir kardeşin vicdanının yargısına ya da bir kilise topluluğunun veya önderliğinin vicdanının kolektif yargısına tabi olsun? Kendimize tüm ciddiyetimizle soralım: Mesih’in Tanrı’da özgür olduğunu ilan ettiği konularda yeryüzündeki herhangi bir kişi ya da güç Hristiyan’ın vicdanını bağlamaya ne hakla sahiptir? Kutsal Yazılar’ın tarafsız şeylerin kullanımıyla ilgili öğretisinin özü, Hristiyan’ın kendi vicdanına göre bu tür şeyleri kullanmakta ya da kullanmaktan kaçınmakta özgür olduğu ve bu özgürlüğü kullanması ya da kötüye kullanması nedeniyle Tanrı’ya karşı sorumlu olduğudur. İnsanlar tarafından tarafsız şeylerle ilgili belirli kurallar konulduğu an, herhangi bir insan ya da insan topluluğu Hristiyan’dan dini ya da ahlaki nedenlerle tarafsız şeylerden uzak durmasını istediği an, o anda özgürlük esarete dönüşmüş ve Tanrı tarafından tarafsız şeyler konusunda özgür bırakılan vicdan, insanların emirlerinin kölesi haline gelmiştir. O anda uzak durma gönüllü olmaktan çıkar ve zorunlu hale gelir ve Kutsal Yazılar’ın bu konudaki tüm öğretisi tamamen saptırılır.
6. Kutsal Yazılar Tarafından Günah Olduğu Kanıtlanana Kadar Bir Konu Kendi İçinde Tarafsız Olarak Kabul Edilmelidir
Şu soru sorulabilir: Belirli bir konunun tarafsız şeyler kategorisine ait olup olmadığına nasıl karar vereceğiz? Diğer tüm inanç ve davranış sorunlarında olduğu gibi, bu konuda da Tanrı’nın Sözü haritamız ve pusulamız olmalıdır. Bir mesele, günah olduğu kanıtlanana kadar tarafsız olarak kabul edilmelidir, tersi değil. Bir kişi, suçluluğu kanıtlanana kadar masum kabul edilir. Bazı din öğretmenlerinin, bir konunun tarafsız olduğu kanıtlanana kadar günah olarak kabul edilmesi gerektiği iddiasından daha yanlış ve tehlikeli bir şey olamaz. Konunun kendi içinde günah olduğuna dair herhangi bir şüphe varsa, bu durum bireysel vicdana bırakılmalıdır. Kutsal Yazılar’ın belirli bir konudaki öğretisi tartışmalı ya da belirsiz görünüyorsa, hatta çelişkili görünüyorsa, bu durum kilise topluluklarının böyle bir konuda yetkili açıklamalar ya da yasalar yapmaması için daha fazla nedendir. Tanrı’nın açıkça bildirdiklerini kilise güvenle uygulasın. Tanrı’nın açıkça bildirmediği şeyleri kilise belirlemeye kalkışmasın. Tanrı bizi Kutsal Kitap’tan daha açık bir standarda ya da Tanrı’nın Sözü’nün içerdiğinden daha eksiksiz bir ahlaki yasaya sahip olmaya çalışmaktan korusun!
Kuşkusuz, ayrılmış yaşam olarak adlandırılan yaşamı sürdürme zorunluluğu konusundaki mevcut ısrarın büyük bir kısmı, Kutsal Yazılar’ın tarafsız şeylerin kullanımıyla ilgili bölümlerinin yanlış anlaşılmasından kaynaklanmaktadır. Samimi Hristiyanlar’dan oluşan gruplar, Hristiyan paydaşlığına katılmanın koşulu olarak kendi içlerinde tarafsız oldukları belirli şeylerden ayrılmayı talep ettiklerinde, yanlış ve yersiz bir paydaşlık standardı oluştururlar ve Mesih’in onları Tanrı’nın altında özgür bıraktığı konularda kardeşlerini yargılayarak küstahlık suçu işlemiş olurlar.
V. Ayrılmış Yaşam ve Kutsal Yazıların Yeterliliği
İman ve davranış standardı olarak Kutsal Yazılar’ın yeterliliği ilkesi, ayrılmış yaşam sorunuyla ilgilidir. Bazen Kutsal Yazılar’ın günah olduğunu söylemediği ya da ima etmediği şeylerden ayrılmak istenir. Bazen deneyim, fizik bilimi, sözde Hristiyan bilinci gibi ikincil bir otorite devreye sokularak bu şeylerden ya da uygulamalardan bazılarının günah olduğu gösterilmeye çalışılır. Deneyim ya da bilim belirli eylemlerden ya da alışkanlıklardan kaçınmak için iyi nedenler gösterebilir, ancak deneyim ya da bilim asla kendi başına insan vicdanı üzerinde bağlayıcı olamaz.
Dahası, bilimi ek bir otorite olarak tanıtmak isteyenler her zaman sanki bilimin herhangi bir konuda ne söyleyeceğini tespit etmek çok basit bir meseleymiş gibi konuşurlar. Sanki bir yerlerde bilimin nihai, birleşik, sorgulanamaz sesini ex cathedra söyleyebilecek bir tür bilimsel papa varmış gibi konuşurlar. Bilimin sofistike kelimelerle konuşan sesinin sadece halk kütüphanesindeki birkaç kitaba bakarak duyulabileceğini varsayıyor gibi görünüyorlar. Ancak gerçek şu ki, “bilim” bir soyutlamadır. Bugün dünyada bilimin sesi diye bir şey yoktur; sadece çok sayıda bilim insanının sesi vardır ve bunlar da kendi aralarında hemfikir değildir.
Şimdi bu çok sayıdaki sesten hangisinin bilimin yetkili sesi olarak kabul edileceğine kim karar verecek? Büyük bir üniversitede profesör olan bir bilim adamı, yıllar süren araştırmaların belirli bir uygulamanın ömrü kısalttığını gösteremediğini belirtiyor. Aynı bilimsel konuma sahip bir başka bilim adamı ise tam tersini savunuyor. Hangisinin “bilimin” yetkili sesini temsil ettiğine kim karar verecek?
Çoğu zaman bilimi bir inanç ve davranış standardı olarak Kutsal Yazıların yanına yerleştirmek isteyenler, aynı zamanda neyin bilim olduğunun yargıcı olmak isterler. Belirli görüşlere sahip olanları bilim insanı olarak kabul ederler. Diğerlerini ise önyargılı ya da güvenilmez oldukları gerekçesiyle reddederler. Herhangi bir papa ya da kilise topluluğu, hangi tür bilimin - hangi bilim adamlarının görüşlerinin - yetkili olduğuna ve dolayısıyla Kutsal Yazılarla birlikte insan vicdanı üzerinde bağlayıcı olduğuna karar verebilir mi? Hayır, bilimsel konularda herkes kendi kararını kendisi vermelidir. Ve bazı bilimsel teorilerin doğru olduğuna inanılsa bile, bunlar vicdanları bağlayıcı olamaz.
Büyük Kateşizm’in 105. maddesinde bahsedilen “insanları inancımızın ve vicdanımızın efendisi yapmak” günahından sakınmalıyız. Ne kadar uzman ya da bilgili olursa olsun, tüm insani otoriteler yanılabilir ve bu nedenle vicdanı bağlayamaz. Bilim bazı şeylerin beden için zararlı olduğunu gösterebilir, ancak bilim hiçbir şeyin günah olduğunu asla gösteremez. Herhangi bir şeyin, örneğin belirli bir davranış biçiminin günah olduğunu yalnızca Kutsal Yazılar gösterebilir.
Doğanın ışığının ya da insanın yüreğinde yazılı olan ahlak yasasının (Romalılar 2:14-15), cinayet gibi bazı eylemlerin yanlış olduğunu gösterdiği doğrudur; ancak doğanın ışığı bize ahlak hakkında Kutsal Yazılar’da açıklananlara ek olarak hiçbir şey söylemez. Kutsal Yazılar doğal vahiyden daha eksiksiz bir vahiydir ve bütün doğal vahyin yanı sıra diğer vahiyleri de içerir. Bu nedenle Kutsal Yazılar belirli bir uygulamanın günah olduğunu bildirmediğinde ya da ima etmediğinde, konuya daha fazla ışık tutması için Kutsal Yazılar’dan doğal vahye başvuramayız.
(Bu bağlamda, tüm insan bilgisi ve biliminin, Kutsal Yazıların ilahi bir vahiy olmasıyla aynı anlamda ilahi bir vahiy olduğu şeklindeki modernist düşüncenin tamamen yanlış ve yıkıcı olduğu belirtilebilir. Doğal vahiy, Kutsal Yazılar’ın ışığına sahip olmayan dinsizlerin, Tanrı’nın gücü, tanrısallığı ve ahlak yasası hakkında bir şeyler bilebilmeleri için Tanrı’nın bir bereketidir. Kurtuluş için yetersizdir ama insanları özürsüz bırakır ve özel vahyin ışığı olmadan yaşayıp ölenlerin yargılanacağı bir standart sağlar. Rom. 1:18-20; 2:12-16)
Elbette Kutsal Yazılar, bedene zararlı olan şeylerden kaçınmanın Hristiyanlar’ın normal görevi olduğunu öğretir. (Bu her zaman Hristiyanlar’ın görevi değildir, çünkü Mesih’e sadakatin kendi fiziksel refahımızı göz ardı etmemizi gerektirdiği durumlar olabilir, hatta Rab’bi inkar etmektense şehitliğe katlanıp bedenimizin tamamen yok olmasına izin vermemiz gerekebilir.) Altıncı Buyruk olan “Öldürmeyeceksin”, Küçük Kateşizm’in 69. maddesi tarafından “kendi canımızı ya da komşumuzun canını haksız yere almayı ya da buna eğilimli olan her şeyi” yasakladığı belirtilmektedir. Bu buyruk her insan için bağlayıcıdır ve Kateşizm’de verilen açıklama şüphesiz doğru olandır. Böylece Hristiyan’ın vicdanı, kendi yaşamının ya da komşusunun yaşamının haksız yere yok edilmesine yol açan şeylerden, yani bedene zararlı olan şeylerden kaçınmakla yükümlü hale gelir.
Ancak, belirli bir eylemin zararlı olup olmadığı kararının ilgili birey tarafından verilmesi gerektiğini unutmamalıyız. Bilim asla yanılmaz değildir; vicdanı bağlayamaz. Bu nedenle bireysel Hristiyan bilimin açıklamalarını yargılamalıdır ve bilimin açıklamaları Hristiyan’ı yargılamamalıdır. Bunu inkâr etmek, Tanrı yerine bilimi vicdanın efendisi haline getirmek demektir. Bilimin hiçbir sözde “bulgusu”, zararlı şeylerin ya da eylemlerin yetkili bir listesi olarak formüle edilemez.
İman ve davranış standardı olarak Kutsal Yazıların yeterliliği ile ayrılmış yaşam sorunu arasındaki ilişki şu şekilde özetlenmelidir:
- Hristiyan’ın Tanrı tarafından günah olandan ayrılması istenir.
- Belirli bir davranış biçiminin günah olduğunu yalnızca Kutsal Yazılar gösterebilir.
- Doğal vahiy Kutsal Yazılar’dan daha eksiksiz bir vahiy olarak ya da herhangi bir anlamda Kutsal Yazılar’la eşit olarak kabul edilemez.
- Bilim veya deneyimin belirli davranışların zararlı olduğunu göstermesi mümkündür.
- Bilim ya da deneyim hiçbir şeyin günah olduğunu gösteremez.
- Kutsal Yazılar gerçekten zararlı olanın normalde günah olduğunu öğretir.
- Bilimin veya deneyimin belirli bir davranışın zararlı olduğunu gösterip göstermediğine ilişkin karar, diğer kişiler tarafından değil, ilgili birey tarafından verilmelidir.
- Kilise toplulukları tamamen ya da kısmen Kutsal Yazılar dışında başka bir standarda dayanan yetkili yönetmelikler yayınlayamaz.
Bu ilkelerden ayrılmak, Kutsal Yazılar’ın inanç ve davranış standardı olarak yeterliliğini inkar etmek ve deneyim ya da bilimi Kutsal Yazılar’la eşit bir ek otorite konumuna yükseltmektir. Bu durum aşağıdaki şekilde gösterilebilir: Diyelim ki bilim, belirli koşullarda belirli gıdaların fazla miktarda tüketilmesinin vücut için zararlı olduğunu ortaya koydu. Bu, söz konusu gıdaların kullanımının kendi başına günah olduğunu kanıtlamaz. Dahası bilim, zararsız kullanım ile zararlı kullanım arasındaki sınır çizgisinin tam olarak nerede yattığını söyleyemez.
Kutsal Yazılar zararlı olan şeylerden uzak durmayı gerektirir, ancak hiçbir maddi şeyin kendi başına günah olmadığını öğretir (Rom. 14:4). Olayın doğası gereği, böyle bir durumda meşru kullanımın kapsamı konusunda ilgili birey, kendi vicdanına göre karar vermelidir. Bazıları, böyle bir durumda bireyin doktorunun uygun yargıç olduğunu söyleyebilir, ancak yine de yargı yine de bireye bırakılır. Doktorunun tavsiyesine uymakta veya reddetmekte ve ayrıca doktorunu değiştirmekte de özgürdür.
Bir kilise önderliğinin, bilimin söz konusu şeylerin zararlı olduğunu ilan ettiğini, dolayısıyla her koşulda günah olduğunu ileri sürmesi, Kutsal Yazıların yeterliliğini inkar etmek ve insanın bilimini ek, eşit bir otorite haline getirmek anlamına gelir.
Bedensel bir ağrıdan dolayı acı çeken bir Hristiyan, kendisi için iyi olandan daha fazla aspirin alırsa, bu şekilde vücuda zararlı bir şey yapmış olur. Hatta kendi başına günah olmasa da, o özel durumda Tanrı’ya karşı günah olan bir şey yapıyor olabilir. Ancak bir kişinin aşırı aspirin kullanarak günaha girmesinin mümkün olması, kilise topluluğunun kilise üyeleri tarafından aspirin kullanımını sınırlayan ya da yasaklayan bir kural koymasını hiçbir şekilde gerektirmez. Aspirin kullanımı kendi içinde ahlaki açıdan tarafsız olduğu için, olayın doğası gereği meşru kullanımın kapsamı kişi ile Rabbi arasındaki bir meseledir. Meselenin ahlaki boyutu söz konusu olduğunda, üçüncü bir tarafın bu konuda karar vermesine izin verilemez. Bir doktor vücudun bakımı ve ilaçların doğru dozajı konusunda iyi tavsiyelerde bulunabilir, ancak hastalarının vicdanlarıyla hiçbir ilgisi yoktur. Hiçbir Hristiyan, hiçbir piskopos, papa ya da kilise önderliği devreye girip şöyle diyemez: “Şu kadar derece baş ağrınız varsa, şu kadar tane aspirin meşru bir tıbbi doz oluşturur; ancak tam da şu noktada aspirin ahlaki açıdan tarafsız olmaktan çıkar ve kullanımı günah haline gelir.”
Günümüzde pek çok kişi bilimin (ya da daha doğrusu bazı bilim adamlarının) bazı maddi şeylerin ya da bazı alışkanlıkların bedene zararlı olduğuna dair gerçek ya da sözde “bulgularını” alıp sadece bu temele dayanarak bu şeylerin ya da bu alışkanlıkların kendi içlerinde zorunlu olarak günah olduklarını güvenle onaylamaya hazırdır. Bunu yapmak sadece Gnostik hataya düşmek değil, aynı zamanda ahlak standardı olarak Tanrı’nın Sözü’nün yeterliliğini reddetmek ve yanlışlanabilir insan bilgisini yetkili bir davranış standardı haline getirmektir.
VI. Ayrılmış Yaşam ve Hristiyan Kilisesinin Yetkisinin Doğası ve Kapsamı
İnanç doktrininin formüle edilmesinde, Hristiyan kilisesi Kutsal Yazılar tarafından sıkı bir şekilde sınırlandırılmıştır. Kilise, Kutsal Yazılar’da öğretildiği ya da ima edildiği gösterilebilen her şeyi görevlilerinden ve üyelerinden kabul etmelerini isteme hakkına sahiptir. Ancak kilisenin Kutsal Yazılar’da yer alanlara bir şey ekleme hakkı yoktur. Kilisenin yetkisi yasama değil, hizmet ve beyan yetkisidir. Mesih’ten kaynaklanır, kilisenin doğasında yoktur. Mutlak bir otorite değil, kesin bir vahiy olan Kutsal Yazılar tarafından sınırlandırılmış ve düzenlenmiş bir otoritedir. Bu düşüncelerden hareketle, kilisenin Kutsal Yazılar’ın ötesine geçerek, deneyim ya da bilimin zararlı olduğunu gösterdiğini iddia ettiği ve bu nedenle Hristiyan’ın kullanmasının ya da yapmasının yanlış olduğunu iddia ettiği, kendi içinde tarafsız olan belirli şeylerin ya da eylemlerin listesini derlemeye hakkı yoktur.
Bazı Hristiyan mezhepleri vardır ki, kendi içlerinde tarafsız olan bazı belirli eylemleri ayırır ve kilise üyelerinden üyelik koşulu olarak bu şeylerden uzak durmalarını ister. Bazı durumlarda bu uzak durma gerekliliği mezhebin inanç doktrininde yazılıdır ve üyelerden sadece ilgili şeylerden uzak durmaları değil, aynı zamanda bu uzak durma gerekliliğinin haklılığını kabul ettiklerini ifade etmeleri de istenir. Çeşitli gruplarda farklı biçimlere bürünen bu eğilim çok sağlıksız bir eğilimdir, çünkü insanlara kilisenin kendi yetkisiyle üyelerinin yaşamları için yasa koyabileceği ve hatta Kutsal Yazıların ötesine geçerek onlardan kendi başlarına tarafsız olan belirli şeylerden uzak durmalarını isteyebileceği fikrini verme eğilimindedir.
Elbette kilise, üyelerinden Kutsal Yazılar tarafından günah olduğu kanıtlanabilen her şeyden uzak durmalarını isteyebilir ve istemelidir. Bu tür bir uzak durmanın ihlali, gerçek kanıtlandığında dini yargı organları tarafından haklı olarak kınanabilir. Ancak kilisenin tarafsız şeylerden uzak durulmasını talep etme yetkisi yoktur. Kilisenin, bireysel Hristiyan vicdanının işlevlerini gasp etme ve üyeleri adına tarafsız şeylerin kullanımı konusunda karar verme yetkisi yoktur. Kilisenin, Kutsal Yazılar’dan günah olduğu kanıtlanamayan bir şeyi yaptıkları için üyelerini herhangi bir ek yetki kullanmadan kınaması, meşru kilise yetkisinin sınırlarını aşmaktır. İkincil bir kararın gerekli olduğu noktada, mesele otomatik olarak kiliseden bireysel vicdan mahkemesine geçer, çünkü vicdanın Rabbi yalnızca Tanrı’dır ve insan otoritesi vicdanı bağlayamaz. Tüm kilise yetkilileri, Spurgeon’un “insanların vicdanlarının tek efendisi olan Tanrı’nın taç haklarını ihlal etmek” olarak tanımladığı günahı işlemekten sakınsınlar.
Bir kilise üyesi, bazı kilise üyelerinin görüşüne göre, benzer koşullarda kendileri tarafından işlenmesi halinde günah sayılacak bir eylemde bulunmuş olsa bile, Kutsal Yazılar’dan bu eylemin günah olduğu kanıtlanmadıkça, önderliğin böyle bir kişiyi kınama hakkı yoktur; tıpkı ceza hukukunda olduğu gibi, jüri bir sanığın yanlış bir şey yaptığı kanaatine varabilir, ancak kanıtlar sanığın ülkenin kanunlarını ihlal ettiğini kanıtlamadıkça onu mahkum etme hakkına sahip değildir. Kilise önderliği olaylara kanaatine göre karar veremez, ancak yasaya ve kanıtlara göre karar vermelidir.
Yukarıda anlatılanlardan da anlaşılacağı gibi, kilisenin kendi içinde tarafsız olan belirli şeylerle ilgili kanun koyarken Kutsal Yazılar’ın ötesine geçme yetkisi olmadığı gibi, bu kullanımın Kutsal Yazılar’ın açık ya da zımni bir buyruğunun ihlalini içerdiği kanıtlanmadıkça, kilisenin üyelerini tarafsız olan şeylerin herhangi bir kullanımı nedeniyle kınama yetkisi yoktur. Kutsal Yazılar’ın bir buyruğunun ihlal edilmiş olabileceğini ya da bazı koşullar altında Kutsal Yazılar’ın bir buyruğunun ihlalini içerebilecek bir eylemin işlendiğini göstermek yeterli değildir. Bir kilise üyesinin kilise tarafından kınanabilmesi için, belirli bir zamanda ve yerde işlenmiş belirli bir eylemle suçlanması ve bu eylemle ilgili olarak iki şeyin kanıtlanması gerekir: (1) Eylemin, suçlamada belirtilen zaman ve yerde, kişi tarafından gerçekten işlendiği kanıtlanmalıdır. (2) Eylemin, işlendiği koşullar altında, Kutsal Yazılar’ın bir buyruğunun ihlalini içerdiği, yani günah olduğu kanıtlanmalıdır. Kilise disiplini her zaman gerçek günahlarla ilgilenmelidir, tarafsız şeylerin meşru ve vicdani kullanımıyla değil. Görevi, zaten işlenmiş olan yanlışları düzeltmektir; kendi içinde günah olmayan ama tarafsız şeylerden uzak durmayı dayatarak yanlışların işlenmesini önlemek değil.
VII. İnsanların Öğreti ve Emirlerine Karşı Kutsal Ruh’un İşi
Tanrı’nın Kutsal Yazılar’da söylediklerine, tarafsız şeylerle ilgili bazı insan yapımı düzenlemeler eklemek isteyenler, bu kuralların çeşitli kötülükleri önlemek için gerekli olduğuna inandıkları için genellikle bu pozisyonu alırlar. Bir kural konmadığı sürece, belirli bir kötülüğün kontrolsüz bir şekilde var olacağını varsayarlar. Çin’deki bir kilise, kilise üyelerinin afyon kullanmasına karşı bir kural koyarken, Meksika’daki bir kilise de esrar kullanımına karşı bir kural koyar. Her iki durumda da kilise üyelerinin belirli uyuşturuculara bağımlı hale gelmesini önlemek gibi övgüye değer bir amaç güdülmektedir. Bununla birlikte, sorunun dikkatli bir şekilde incelenmesi bizi, bu tür düzenlemelerin yanlış varsayımlardan yola çıktığı, amaçlanan amaç için etkisiz olduğu ve Kutsal Ruh’a büyük saygısızlık olduğu sonucuna götürür.
Örneğin, bir kilise yönetiminin kilise üyelerinin afyon kullanmasını yasaklayan bir kural koyması, böyle bir kuralın gerekli olduğuna dair bir ön kabul olduğunu gösterir. Belli ki böyle bir kural getirilmediği takdirde bazı kilise üyelerinin afyon kullanacağı varsayılmaktadır. Ve öyle görünüyor ki, kilise kuralı nedeniyle afyon kullanmaktan kaçınacak olan bazı kilise üyeleri, böyle bir dini düzenleme olmasaydı kaçınmayacaklardı. Şimdi, tarafsız şeylerle ilgili insan yapımı kuralları savunanlar, sanki Kutsal Ruh Rab’bin halkının yüreklerinde yaşamıyormuş gibi, sanki Kutsal Ruh tarafından kutsallaştırılma diye bir şey yokmuş gibi ve sanki Hristiyanlar dünya çocuklarıyla aynıymış gibi akıl yürütürler. Kutsal Ruh’un gücünü hesaba katmayı ihmal ederler. Kilise üyeleri afyon ya da esrar kullanmaktan nasıl uzak tutulacak? Akıllarına gelen tek yol, bu şeylerin kilise üyeleri tarafından kullanılmasını yasaklayan bir kural koymak. Ne itiraf ama! Kutsal Ruh’un işinin doğası ve gücüyle ilgili ne büyük bir cehalet! Kuralın konulduğu kilise üyelerinin ruhsal durumuyla ilgili ne büyük bir itiraf!
Kilise üyelerinin Hristiyan olması gerekir. Eğer Hristiyan değillerse, gerçekten de kilise üyesi olmaya hiç hakları yoktur. Bu, kilise görevlilerinin insanların yüreklerini inceleyebilecekleri ve sadece gerçekten yenilenmiş olanları üyeliğe kabul edebilecekleri anlamına gelmez, çünkü bunu yapamazlar. Bununla birlikte, İsa Mesih’in müjdesinin sadakatle duyurulduğu, dünyadan kabul edilenlerden güvenilir bir iman ikrarının istendiği ve Rab’bin evinin disiplininin sadakatle uygulandığı bir kilisede ikiyüzlülerin çok az olacağı anlamına gelir. Böyle bir kilise yenilenmiş Hristiyanlar’dan oluşacaktır. Şimdi Tanrı’nın Sözü bize her Hristiyan’ın içinde Kutsal Ruh’un yaşadığını ve eğer bir kişi Kutsal Ruh’a sahip değilse, o kişinin Hristiyan olmadığını öğretir (Rom. 8:9). Kutsal Ruh Tanrı’dır, her şeye gücü yeter ve Tanrı’nın çocuklarının her birinde, her biri Mesih’in benzerliğinde yetkinleşene kadar kutsallaştırma işini sürdürür. Bu nedenle, Müjde’nin sadakatle duyurulduğu ve öğretildiği yerlerde, Kutsal Yazılar’ın ötesine geçmeye ve insanların kendi içlerinde tarafsız olan şeylerle ilgili öğreti ve emirlerini eklemeye gerek kalmayacaktır. Tanrı’nın Ruhu insanların yüreklerinde ve yaşamlarında gerçek kutsallığı işleyecek, vicdanları aydınlanacak ve yürüyüşleri istikrarlı olacaktır.
Elçi Pavlus uzun zaman önce Koloselileri bu tür insan yapımı kurallara karşı uyarmıştı. Bunu Kol. 2:20-23’te okuyoruz: “Mesih’le birlikte ölüp dünyanın temel ilkelerinden kurtulduğunuza göre, niçin dünyada yaşayanlar gibi, ‘Şunu elleme’, ‘Bunu tatma’, ‘Şuna dokunma’ gibi kurallara uyuyorsunuz? Bu kuralların hepsi, kullanıldıkça yok olacak nesnelerle ilgilidir; insanların buyruklarına, öğretilerine dayanır. Kuşkusuz bu kuralların uyduruk dindarlık, sözde alçakgönüllülük, bedene eziyet açısından bilgece bir görünüşü vardır; ama benliğin tutkularını denetlemekte hiçbir yararları yoktur.”
Buradan, tarafsız şeylerle ilgili insan yapımı düzenlemelerin etkisiz olduğunu öğreniyoruz: “Benliğin tutkularını denetlemekte hiçbir yararları yoktur.” İnsanlar bu tür kurallar ve düzenlemeler hakkında ne söylerlerse söylesinler, Kutsal Ruh burada bize bunların bedensel iştahları dizginlemenin bir aracı olarak yararsız olduğunu söyler. Başka bir yerde, Gal. 5:16’da, Kutsal Ruh bedensel arzuların üstesinden gelmenin gerçek sırrını Elçi Pavlus aracılığıyla bize vermiştir: “Şunu demek istiyorum: Kutsal Ruh’un yönetiminde yaşayın. O zaman benliğin tutkularını asla yerine getirmezsiniz.”
Bu bölümün tamamı (Gal. 5:16-24), insan yapımı kural ve düzenlemelerin Hristiyan’ın eski doğasının günahlı eğilimlerini engelleyebileceğine dair yanlış inanca karşı radikal bir panzehirdir. Bugün tarafsız şeylerle ilgili insani kurallar için bu kadar gayretli olanların çoğu, Hristiyan yaşamının Ruh’ta başladığını ama bedende tamamlandığını (Gal. 3:3), Kutsal Ruh’un doğaüstü çalışmasıyla başladığını ama insan çabaları, eylemleri ve perhizleriyle tamamlandığını varsayan Galatyalıların hatasına düşmektedir.
Birisi, örneğin afyon ve esrarın tarafsız değil, kendi içlerinde günah olduklarına itiraz edebilir. Hiçbir maddi şeyin kendi başına günah olamayacağını daha önce göstermiştik. Ama afyon, esrar ya da başka herhangi bir maddi madde bu ilkenin istisnası olarak kabul edilecekse, hangi maddelerin hiçbir maddi şeyin kendi başına günah olamayacağı ilkesinin istisnası olduğuna karar vermeye hangi makamın yetkili olduğu sorunu ortaya çıkmaktadır. Hristiyanlar arasında, örneğin afyon ve esrar gibi maddelerin hiç kullanılmaması gereken kadar tehlikeli ve zararlı olduğu konusunda genel bir fikir birliği olduğuna şüphe yoktur. Ancak bu genel mutabakat, kilise liderliğinin bu tür maddeleri kendi başlarına günah ilan etmesi ya da kullanımlarının günah olduğunu ilan etmesi için uygun bir temel oluşturmaz. Sözde Hristiyan bilinci değil, Tanrı’nın Sözü, inanç ve davranış konusunda tek yanılmaz kılavuzumuzdur.
Belirli bir maddenin kullanımının zararlı olduğunu belirlemeye ve bu temelde günah olduğu sonucunu çıkarmaya ve bu çıkarımı Rab’bin halkının vicdanları üzerinde bağlayıcı kılmaya hangi otorite yetkilidir? Kilise önderleri bu tür konularda yetkili kararlar verme yetkisine sahip midir? Ruhani liderler ve ihtiyarlardan oluşan bir sinod ya da topluluk hangi hakla çeşitli uyuşturucu maddelerin fizyolojik etkileri ve toksik özellikleriyle ilgili sorulara karar verir? Eğer kilise organlarına afyon ve esrar konusunda karar verme hakkı tanırsak, kilisenin üyeleri için tarafsız şeylerin kullanımı konusunda karar verme hakkına sahip olduğu ilkesini de kabul etmiş olmaz mıyız? Eğer öyleyse, bir kilise önderinin çay ya da kahve kullanımını yasaklayan bir kural koymasına ilkesel nedenlerle tutarlı bir şekilde karşı çıkabilir miyiz?
Hristiyanlar’ın tehlikeli uyuşturucular kullanmasının münasip olduğunu savunmaktan çok uzağız. Savunduğumuz şey zehirli uyuşturucuları kullanma izni değil, hangi maddi maddeleri kendi halimize bırakmamız gerektiğine karar verme özgürlüğüdür. Hristiyanlar’ın vicdanlarını Dr. Machen’in “uzmanların tiranlığı” dediği şeyden uzak tutmak isteriz. Ahlaki meseleler söz konusu olduğunda, bu tür konularda uzmanların kararlarını kilisenin değil, bireysel Hristiyanlar’ın vermesi gerektiğini savunuyoruz. Afyon, esrar veya diğer pek çok maddenin kullanılmasının “doğru” olduğunu savunmaktan çok uzağız. Ancak bu şeylerin kullanımının günah olup olmadığı sorusuna bizim adımıza bir sinod ya da papa karar verecekse, o zaman vicdan özgürlüğümüz yok olur ve ruhumuz insanların buyruklarına tutsak olur. Eğer bir şey, ne olsa da, kendi içinde tarafsızsa, o zaman onun kullanımıyla ilgili etik sorulara karar verme hakkı kiliseye değil, bireysel olarak Hristiyanlar’a aittir. Afyon ve esrar gibi maddelerin, muhtemelen bir doktorun emri dışında, hiçbir şekilde kullanılmaması gerektiği konusunda Hristiyan halkın genel görüşüne tamamen katılıyoruz; ancak bu kararı bizim adımıza dini bir liderlik tarafından verilmesini değil, Tanrı tarafından verilen bu kararı kendimizin verme hakkını talep ediyoruz. Rab’bin halkının her birinin vicdanı Kutsal Ruh tarafından aydınlatılmıştır. Hristiyanlar’dan bu tür konularda kilise kurallarını kabul etmelerini istemek, bazı kiliseler tarafından talep edilen zımni inanca, ve tartışılmaz, körü körüne itaate benzer.
Bu tartışmanın bir önceki bölümünde, “Tarafsız şeyler kendi başlarına günah olmadıklarından, Hristiyan bunlardan kaçınmak için özel bir neden olmadıkça bunları kullanmakta özgürdür” ifadesini kullanmıştık. Bu ifade yanlış anlaşılmasın diye, referansın tek tek her bir adiaphoron’a değil, tarafsız şeylere bir sınıf olarak olduğunu eklemek isteriz. Burada Hristiyan’ın, kaçınmak için özel bir neden olmadığı sürece, her tarafsız şeyi kullanmakta özgür olduğunu kastetmiyoruz; daha ziyade, tarafsız şeyler sınıfının tamamı içinde, Hristiyan’ın, kaçınmak için özel bir neden olanlar dışında, belirli şeyleri kullanmakta özgür olduğunu kastediyoruz.
Belirli bir maddenin tehlikeli, bağımlılık yapıcı bir uyuşturucu olduğu biliniyorsa, bu kesinlikle o maddeden uzak durmak için geçerli bir özel nedendir. Ancak tutarlı bir Hristiyan yürüyüşünün söz konusu şeyden uzak durmayı gerektirdiğine dair karar kilise tarafından değil, bireysel olarak Hristiyan tarafından verilmelidir. Bu tutumun kilise üyelerini zararlı ve tehlikeli alışkanlıklara karşı korumada başarısız olduğu iddia edilirse, aksi tutumun Kutsal Ruh’un onurunu zedelediği ve O’nun işini küçümsediği yanıtını veririz. Yüreğin yenilenmesi, yaşamın kutsanması ve Kutsal Ruh’un Hristiyanlar’ın zihin ve vicdanlarını aydınlatması gerçektir ve biz bunların Tanrı’nın Sözü’nü tamamlamak üzere gözden geçirilmiş insan yapımı kural ve düzenlemelerden çok daha güçlü ve etkili olduğuna inanıyoruz.
Yukarıdaki ilkeleri belirttikten ve savunduktan sonra, olası yanlış anlaşılmaları önlemek amacıyla üç açıklayıcı ifade eklemek istiyoruz:
- Kilise organlarının tarafsız konularda yasa çıkarması uygun olmasa da, dünyevi hükümetin bunu yapması bazen tamamen meşrudur. Medeni mevzuat, vicdanları bağlama iddiasında değildir, sadece vatandaşların davranışlarını kontrol eder.
- Afyon ya da esrar (vs.) ile ilgili kurallar koymak kilise önderleri için uygun olmasa da, bir kilise liderliğinin bu şeylerden birini kullanan bir üyelik başvurusunu reddetmesi tamamen meşru olabilir. Bu ya da başka bir maddi şeyin kullanımının kendi başına günah olduğu için değil, ancak söz konusu özel durumda, kilise önderliği belirli bir şeyin kullanımının derecesi, şekli ve koşullarının, başvuranın tutumunu yakışmaz kılacak nitelikte bir günahın işlenmesini içerecek şekilde olduğuna karar verebilir.
- Kilise organlarının tarafsız şeylerin kullanımıyla ilgili kurallar koyması uygun olmasa da, söz konusu özel durumda kullanımın gerçekten günah işlenmesini içerdiği kanıtlandığında, bir kilise liderliğinin bir kilise üyesini kendi başına günah olmayan bir şeyi kullandığı için kınaması tamamen meşru olabilir. Gerçek bir skandal ortaya çıktığında kilise disiplini uygulamak başka bir şeydir, insan yapımı evrensel bir kuralı Rab’bin halkının vicdanlarına bağlayarak bunun ortaya çıkmasını önlemeye çalışmak ise bambaşka bir şeydir.
Sonuç: Doğru ve Yanlış Doktrin
Sonuç olarak, ayrılmış yaşama ilişkin doğru ve yanlış bir doktrinin var olduğunu söyleyebiliriz. Hristiyan yaşamı, Kutsal Yazılar’ın “ayrılmış” terimini kullandığı anlamda, ayrılmış bir yaşam olmalıdır. Ancak bu hiçbir şekilde, bugün yaygın olarak kullanılan ayrılmış yaşamla kastedilen her şeyin, kardeşleriyle olan ilişkisi söz konusu olduğunda Hristiyan için zorunlu olduğu anlamına gelmez. Ayrılmış yaşama ilişkin doğru ve yanlış anlayışlar arasındaki farklar aşağıdaki karşılaştırma tablo ile gösterilebilir:
- Popüler Anlayış: Kendi içinde günah olan davranışlardan ve kendi içinde günah olmayan belirli davranışlardan zorunlu olarak ayrılma.
Kutsal Kitap Anlayışı: Kendi içinde günah olan davranışlardan zorunlu olarak ayrılma. - Popüler Anlayış: Günah, bazı maddi şeylerin kullanımının yanı sıra düşmüş insanın yozlaşmış yüreğinin de doğasında vardır.
Kutsal Kitap Anlayışı: Günahın merkezi, düşmüş insanın yozlaşmış yüreğidir; hiçbir maddi şeyin kullanımı kendi başına günah olamaz. - Popüler Anlayış: Tarafsız şeylerin insan tarafından yasaklanması. İnsanların geleneklerine ve buyruklarına esir olmuş vicdan.
Kutsal Kitap Anlayışı: Tanrı’nın buyruğu altında, tarafsız şeylerin vicdani özgür kullanımı. İnsanların emirlerinden özgür vicdan. - Popüler Anlayış: Kutsal Yazılar’ın yeterliliği reddedilmiş; diğer otoriteler eklenmiş ve vicdanı bağlayıcı olarak kabul edilmiştir.
Kutsal Kitap Anlayışı: Kutsal Yazılar vicdanı bağlayabilecek tek inanç ve davranış standardıdır. - Popüler Anlayış: Tarafsız şeylerle ilgili kilise mevzuatı Kutsal Yazılar’ın izin verdiğinin ötesine uzanır.
Kutsal Kitap Anlayışı: Tarafsız şeylerle ilgili kilise mevzuatı Kutsal Yazılar tarafından sınırlandırılmıştır.
Kutsal Yazılar’ın ayrılmış yaşamla ilgili öğrettiklerinden uzaklaşmak Hristiyan kilisesi için tehlikelerle doludur. Günahın maddi şeylerin kullanımında içkin olduğu düşüncesi bugün köktendincilikte yaygındır. Kilisenin, tarafsız şeylerin kullanımı ya da bunlardan uzak durulması konusunda üyeleri adına karar verme hakkına sahip olduğu fikri çok yaygın görünmektedir ve günümüzde buna çok nadiren karşı çıkılmaktadır. Bu iki yanlış doktrinel eğilime açıkça karşı çıkma cesaretini gösteren kişiler, muhtemelen kutsallığa karşı oldukları ve günaha izin vermekten yana oldukları gerekçesiyle saldırıya uğrayacaklardır. Kilise topluluklarının, Kutsal Yazılar’ın bireysel Hristiyan vicdanına bıraktığı her tür soruna ilişkin yetkili kararlar alma pratiği, yaygın bir kötülük haline gelmiştir. Kilisenin şu ya da bu kötülüğe karşı “tavır almasını” sağlama gayretindeki pek çok kişi, Hristiyan’ın bazı konularda kardeşlerine karşı değil, doğrudan doğruya, vicdanının yalnızca kendisine tabi olabileceği Rabbi’ne karşı sorumlu olduğunu unutmaktadır. Kiliselerin tüm bu sorunu yeniden düşünmesi ve Kutsal Yazılar’ın sağlam kayasına geri dönmesi ve bunun üzerine sağlam bir şekilde inşa etmesi zorunludur. Bunun alternatifi Gnostik bir günah doktrini ve üyelerinin Tanrı tarafından verilen Hristiyan özgürlüğünü yok eden zalim, totaliter bir kilisedir. Bizim çağrımız Tanrı’nın Sözü’ne yöneliktir. Popüler anlayışlar ve kilise gelenekleri neye inanmamız ve nasıl yaşamamız gerektiğini belirlemede hiçbir ağırlığa sahip değildir.
Birçok samimi Hristiyan bu makalede ortaya konan doktrinlere şiddetle karşı çıkmaktadır ve bu doktrinleri ilan eden kişiler büyük olasılıkla ciddi eleştirilere, yanlış anlaşılmalara ve kınamalara maruz kalacaklardır, ancak bunlar çok az önem taşımaktadır. Tüm önyargıları bir kenara bırakalım ve bunların böyle olup olmadığını görmek için Kutsal Yazıları araştıralım. Özdeyişler 12:19’u yorumlayan Matthew Henry’nin görüşlerine güvenle katılabiliriz: “Fark edelim ki eğer Kutsal Gerçeğin hatırı için gerçek söylenirse, iyiliği ortaya çıkaracaktır. Kim ondan rahatsız olursa olsun ve ona kızarsa kızsın, yine de sabit kalacaktır. Gerçek büyüktür ve galip gelecektir. Doğru olan her zaman doğru kalacaktır. Ona sadık kalabiliriz ve çürütülmekten ve utandırılmaktan korkmamıza gerek yoktur.” Rab’bin gerçeği sonsuza dek kalıcıdır ve bu gerçeğin sonunda hataya üstün geleceği kesindir.
Bu, Johannes G. Vos’un “The Bible Doctrine of the Separated Life” makalesinin Türkçe çevirisidir.
Yorumlar